9 Mart 2014 Pazar

KIBRIS GEZİSİNDEKİ İZLENİMLERİM VE HÜZÜN


Nereden başlayacağımı bilemiyorum aslında.Bir yerde yıllardır bildiğim tanıdığım ve açıkçası pek de haz etmediğim bir Kıbrıs…Bir yerde ise bu iki günlük seyahatime sığdırdığım apayrı bir Kıbrıs…Bu gezi gündemime geldiğinde acaba değer mi diye düşünmüştüm .Çünkü bundan üç yıl önce gittiğimde gördüğüm ana unsur bende ancak kızgınlık uyandırmıştı.O zaman bir hafta kalmıştım ama şu iki güne sığdırdıklarım çok daha fazla ve çok daha anlamlı...Bir şehri gezerken o yerin maneviyatını verecek bir rehberle gezmenin önemini bir kere daha anlamış oldum.
İlk gün , 1963 yılında Dr.Nihat İlhan ın evinde yaşanan bir katliama resmen tanık olduk.İlhan’ın evinde bulunmadığı bir akşam, şu an ‘Barbarlık Müzesi’ olarak adlandırılan evleri Rumlarca kurşun yağmuruna tutuluyor.Daha sonra kapıyı kırarak giren topluluk ,korkuyla banyoya saklanan üç çocuğu ve Mürüvvet hanımı oracıkta makineli tüfeklerle tarıyorlar. Burada yaşanan vahşetin resimleri evin her köşesinde asılı. Buraya kadar ki kısım dünyanın bir çok yerinde hatta halen burnumuzun dibinde yaşanan olaylar.
Asıl burdan sonrası ilginç çünkü Türkiyenin olaylardan daha doğrusu olayların derecesinden henüz haberi yok. O dönemin şartları fotoğrafların da Türkiye’ye ulaşmasına uygun olmasa gerek ki şöyle bir yönteme başvuruyorlar.Bu evde yaşanan vahşetin fotoğraflarının filmleri ameliyatla bir Türkün içine yerleştiriliyor ve o kişi Türkiye’ye gönderiliyor .Gelir gelmez fotoğraflar yine ameliyatla çıkartılıp basına veriliyor. Bu resimleri gören Türk halkı sokaklara dökülüyor ve dönemin hükümeti (Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan koalisyonu ) Kıbrıs a harekat çalışmalarına başlıyor. Hatta deniliyor ki o dönemde gençler Kıbrıs ta yaşananlara karşı öyle tepki göstermişler ,Mersinden yüzerek, tekneklerle Kıbrıs a yardıma gelmeye çalışmışlar.
Daha sonra gittiğimiz şehitlikte isimler ve şehirler dikkatimi çekti.Örneğin isimlerden birisi Binbaşı Fehmi Ercan –Balıkesir…Şu an Kıbrıs Havalimanının adı ERCAN havalimanı . Burada şehitlerin isimleri her yerde. Cadde,okul ya da mahalle adı ….Yukarda resmini koyduğum şehitlikteki askerlerin geldiği şehirler bana Çanakkale şehitliğini hatırlattı.Yurdumun her köşesi mevcut, Şırnak’tan Trabzona’a,Zonguldak’tan Konya’ya...(not :İstiklal savaşımızda en fazla şehit veren Kastamonu’mu özellikle aradım ama bu şehitlikte bulamadım.Tabi biz sadece bir tane şehitliği gezebildik)

Ama beni en çok etkileyen, Kıbrıs’a ve Kıbrıslılar’a bakışımı değiştiren ise 1974 yılında yaşadıklarını anlatan Kamil Meriç isimli savaş gazisi oldu.Aynı Bosna da olduğu gibi erkeklere ‘teslim olursanız ailelerinize bir şey yapmayacağız ‘ deniliyor. Tabi yine barış gücü askerlerini güvencesinde.(?) Köylerinden toplanan erkekler esir kampına götürülüyor,malum eziyetler...Türkiye Kıbrıs a gelip Kuzey Kıbrıs ı Rumlardan temizleyince köylerinden sadece iki kişi sağ olarak dönüyor. Dönüyorlar ki ne görsünler ,köy bom boş…Beyefendi şöyle diyor;
, ‘ Acaba bir ağacın altına mı, bir kümese mi saklanmışlar diye aradık ,nasıl aradık…Biz esir kampında çocuklarımız için her türlü işkenceye katlanıyorduk,sanıyorduk ki yaşarsak çocuklarımıza kavuşacağız...’Sonra fark ediyorlar ki ,erkekler esir alındıktan sonra kadın,çocuk ve yaşlıları koyun sürer gibi sürmüşler ve kazdıkları çukura ( cehennem çukuru deniliyor ) atıp önce kurşun yağmuruna tutmuşlar.Daha sonra da belki ölmemişlerdir diye üzerlerine gaz döküp yakmışlar…Burası bulununca Türkiyeden ve dünyadan gazeteciler çağırılıp onların gözü önünde mezar açılıyor.Ortaya çıkan manzara o dönem tüm dünya basınında manşetten veriliyor.Çünkü tüm köy katledilmiş ama daha da vahim bir tablo var. Kamil Beyin bir buçuk yaşındaki çocuğu annesine sımsıkı sarılmış ve üzerinde tam 40 tane kurşun.Küçücük bedende tam 40 kurşun...Tabi diğer dört çocuğu ve köyün tamamı o çukurun içinde…Yirmi yıl kendime gelemedim diyor…Sonra bu şehitliğe yerleştim , gelenlere anlatıyorum yaşadıklarımı .Bunlar gerçek ,burası gerçek ,ben yaşıyorum diyor.Ölünceye kadar da Türk askerine ve Türkiye ye minnettar olacağım…Kamil Bey ile köye dönen diğer gazi o gün bugündür hiç konuşmamış…
Bunları dinleyip, resimleri de görünce hepimizin nutku tutuldu.Herkes kendi çocuğunu ailesini düşündü.Nasıl bir azap….Evet biliyorduk katliamlar,vahşetler dünyanın her yerinde açıyorsun televizyonu, görmek istemiyorsun bazen, kanal değiştiriyorsun.Bazen de vah tüh diyorsun o kadar. Ama orada , o günleri iliğine kadar yaşamış birinden dinlemek , o çaresizliği görmek bizim için tarif edilmezdi...

Maalesef Kıbrıs halkı 1974’ten bu güne Türkiye’nin uyguladığı yanlış politikalarla bir çok manevi duygusunu yitirmiş,neredeyse asimile olmaya yüz tutmuş bir topluluk. Bazen İngiltere’yi Türkiye’den çok sevdiklerini düşündüğüm bu insanların kendilerince haklı olması kaçınılmaz. Evet Türkiye maaşını vermiş, garantörlüğünü yapmış ama kumarhaneleri ve birbirinden ahlaksız mekanları ile kendisinin pis işlerini gördüğü bir ada haline de getirmiş.Rehberimizin söylediği ve Kıbrıslı arkadaşımın da onayladığı gerçek ise Ada halkının bu durumdan rahatsız olduğu.Çünkü beş yıldızlı otellere kapanan zenginler ada esnafına bir yarar sağlamadığı gibi ancak yıllarca adanın maneviyatının bozulmasına neden olmuşlar.

Tarihi mekanları, turistik mekanları, savaş izleri yanında adanın bir de manevi zenginlikleri var. Bunlar tarihi mevlevi tekkesi ve peygamberimizin teyzesinin şu an rum tarafında kalmış olan kabri.Osmanlı donanmalrı eskiden burdan geçerken 4 pare top atışı yaparmış.Bir fatiha üç ihlas okunsun diye.Hala Sultan olarak bilinen peygamberimizin teyzesinin kabrini ziyaret edemedik ama sahabelerden Hz. Ömer’in kabrini ziyaret edebildik.(4 Büyük halife olan Hz.Ömer değil)

Veee Maraş ...Bir zamanlar dünyanın en ünlü sanatçılarının tatil yeri.Yirmi yıllık rezarvasyonlarının dolu olduğu o yer...Şu an ölü şehir...Uyuyan güzel hikayesindeki şehir gibi adeta.Rumlar giderken sofrada yemeklerini dahi bıraktıkları için büyük büyük fareler varmış.Tel örgülerin ardından bir kaç kare fotoğraf çekebildik.Ben üç yıl önce geldiğimde burayı uzun uzun gezebilmiştim.
Ortasından kalemle bölünmüş dünyadaki tek başkent Lefkoşa. Altıgen şeklinde olan bu şehir zamanın İngiliz valisi tarafından şu şekilde Rum ve Türk kısmınıa ayrılıyor.Savaşdan sonra haritayı önüne alan vali bir kalemle bölüyor ikiye.Çizginin geçtiği yer bi evin üstüne geldiyse şuan evin yarısı Rum tarafında yarısı Türk tarafında kalıyor. Hakikaten ilginç, çünkü bir yükseklikten rum tarafını görebiliyorsunuz, kazara düşsem başım büyük belaya girerdi herhalde.
Bir diğer güzel şehir ise Mağusa...Orada tarihi bir çok yapının yanında Namık Kemal'in sürgün olarak gönderildiği ve 3 yıl kaldığı zindanı da etkileyen yapılardan.Zindan iki katlı taş bir binanın zemin katı, kışın inanılmaz soğuk yazın ise bunaltıcı sıcak...

Bu kadar yakın ama bu kadar uzak ülke Kıbrıs...Orada sadece kumarhaneler ve plajlar yok...Burada anlattıklarım orada varolanların çok çok az bir kısmı...Yazın bunaltıcı sıcağından ziyade , bu mevsimde özellikle oraya ait,bize ait değerleri görmeye gidin....Büyük Han da Kıbrıs Kahvesi için, sempatik şiveli Kıbrıslılar ile sohbetler edin, ara sokaklarında gezinin....Ve Rauf Denktaş'ın savaş yıllarında bir gün yüksek sesle istiklal marşımızın sözlerini söyleyerek yürüdüğü sokaklara bir de o yılları hayal ederek bakın...
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme dünyaları alsanda bu cennet vatanı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder