10 Şubat 2016 Çarşamba

Romanın Devamı

(Roma ile aynı gün)
Biraz alışveriş kendime getirmişti beni..
Vatikan’ a girerken  son derece enerjiktim ama içeri girer girmez ağır ve kasvetli  atmosferinin etkisinde ruhumun daraldığını hissetim..Burası mıydı dünyanın yönetildiği yer? Dünyanın en zengin ve en küçük ülkesi, kimseye hesap vermek zorunda değiller...Soğuk ,kaba ve mesafeli adamlarla dolu Vatikan ile İtalya ve insanları arasında çok fark var bence...Romanın göbeğinde başka bir ülke..Burda öğrendiğim bir kaç şeyi maddeliycem



1-Dünyadaki tüm hristiyanlardan vergi alıyorlar. Vermek istemezsen , öldüğünde cenazen kaldırılmaz, defin işlemlerin yapılmaz ve kilisede evlenemezsin.( Biliyorsunuz onlar için kilisede evlenmek çok önemli)
2-Geçmiş zamanlarda yanlışlıkla bir kadın papa seçilmiş ve öğrenilince Papalığı iptal olmuş.O gün bu gündür Papa seçiminde Papa adayı bir etek giyiyor ve sırayla heyettekiler eteği kaldırıp bakıyorlarmış..
3- Bir yer varmış,kutsal merdivenden çıkıp Papayı ziyaret edersen tüm günahların affoluyormuş..
4-Tüm rahibeler tesettürlü.Ama hakikaten tesettür..Anlam veremiyorum şu hristiyanlara ..Emir buysa ,inandıkları doğru buysa ,neden sadece bir kaç kişi yapıyor ? Kendileri ise bundan tamamen uzak yaşıyor.Ya hep,ya hiç.İlginç
5-Vatikan; monarşik, baskıcı ve dünyanın hakimi.

Ortaçağda Bruno’yu ,'Dünya, evrenin merkezi değil,başka gezegenler de var' dediği için yakarak idam eden kilise, yine Dünya dönüyor diyen Galileo yı aforoz eden kilise, akıl hastalarını içine şeytan girmiş diye yakan kilise, yıllarca cennetten toprak vadedip halkı kandıran kilise ve binlercesi ile Kilise.....Kiliseye başkaldıranların yaptığı hareket olan Rönesans ile Kilise zayıflayacağına, adeta daha da  güçlenerek ayağa kalkıyor ve dişlerini Avrupa halkından çekip, Afrikaya geçiriyor.....Yüzyıllar geçiyor, ülkeler kuruluyor,yıkılıyor, halifeler geliyor, gidiyor....Ama İngiltere krallığı da , Papa da hep  orda, hep güçlü, hep var...Biz de ise ne bir baş, ne bir dirlik ,ne de birlik...Onlar gibi karanlık   bir mazimiz de yok ama bizim insanımız bizim dinimize düşman...Tesettürlü birine öcü gibi bakan adı müslümanlar,  bir rahibeye saygıyla yaklaşabiliyorlar...

O meydanda durdum ve bunları düşündüm. Demek yüzyıllardır haçlı ordularını üzerimize salan, müslümanların üzerine kurşunlar yağdıran  yer burası....Kendimi  bir vampir filmindeki ,vampir ailesinin evinde, ya da Dan Brown kitaplarındaki o karanlık yerlerde gibi hissettim,tüylerim ürperdi...Bir Fatiha okuyup çıktım.

7.GÜN Roma&Migren

(Aslında Roma gezisi 6.  Napoli 7.gündü..Ama baş ağrımın etkisiyle sanırım bu kısmı atlamışım..Sonradan farkettim ki, buralarda bir yerlerde bir de Roma gezisi vardı..Geç de olsa hatırlayabildiklerim :)   )
Montecatini’deki otelden Roma’ya doğru hareket etmek için ayrıldık.Tatil boyunca her sabah baş ağrısı ile uyanıyordum.Kahvaltıda çay içip bir de ilaç alınca birşeyim kalmıyordu.O gün otobüste biraz arka koltuğa oturdum, başımın ağrısına mide bulantısı da hafiften eklenmeye başladı.Koltukların arasından karşıya bakmaya zorladım ama artık çok geçti...Gelen şeyin adı migren nöbeti..Önümü görmem gerektiği ve ön koltuklar da dolu olduğu için ,muavin koltuğundaki arkadaş sağolsun bana yerini verdi. İnanılmaz güneş vuruyordu ve trafik çok kalabalıktı.İlerde kaza olmuştu ve otobüs milim milim ilerliyordu...Ağrıdan başımı ellerimin arasına alıyorum, gözümü kapatsam önümü göremediğim için midem bulanıyor,açsam güneş ışığından başımın ağrısı şiddetleniyor.Öyle berbat bir haldir ki migren nöbeti, acıdan başka bir şey hissetmezsin..Her yer,her şey karanlık,ve seni rehin alan, çaresiz bırakan bir ağrı...Şoförümüz pencereyi açtı..Kafamı geri yasladım ,ellerimi  alnıma  koydum ve gözlerimden sessizce yaşlar boşandı...Yan taraftan geçen arabalardan bir tane şoför su  uzatıyor..’’Madam iyi misiniz’’ diye soruyordu.. Bu durum biraz gülümsetti ..Tabi bir diğer gülümseten unsur  da başka birinden duyduğum‘’ you are crying very beautiful’’ cümlesi oldu.İtalyan erkeleri çok rahat jest yapıyorlar....İlaç yavaş yavaş etkisini gösterdi, ağrı yavaş yavaş uzaklaştı ama giderken adeta yanında tüm yaşam enerjimi de götürdü...
Collesium

Roma’ya varmadan durduğumuz dinlenme tesisinde,biraz daha kendime gelsem de Roma’ yorgun ve bitkin vaziyette vardım.İlk önce  Collesium a gittik. Roma döneminden kalma gladyatör dövüşlerinin, çeşitli gösterilerin yapıldığı büyük bir Arena. .Ayrıca  5 sentin arkasında da resmi var,bu gereksiz bilgiyi de belki bulmacada falan çıkar diye veriyorum J Collesiumda da bir kaç mütebessim  fotoğraf çekinip , Roma’nın ünlü anıtlarından olan Vittorio Emanuele II Abidesinin olduğu, şehrin hareketli meydanlarından Piazza Venezia’a (Venedik Meydanı)na ilerliyoruz. 
Vittorio Emanuela Abidesi

Otobüsümüzle  rehberimizin anlattıkları eşliğinde bu meydanın çevresinde bir kaç tur attık.  Bu anıt, Sacconi tarafından Birleşmiş İtalya Krallığı’nın ilk kralı II. Vittorio Emanuele için 19.yy da yapılmış...Beni bu kısmı çok da ilgilendirmedi, ilginç gelen kısmı bu anıtın yapıldığı yerde Roma’ya ait binlerce yıllık tapınak ve bir çok tarihi yapının olması...Benim bu geziden öğrendiğim, Hristiyanların Roma İmparatorluğunun izlerini silmek için çok çabaladıkları ve pek de Romalılardan haz etmedikleri oldu..Daha sonra şu an hatırlayamadığım bir kaç tarihi mekan ve silinen Roma  dönemi izlerinin olduğu mekanlardan sonra, bir kaç km uzunluğundaki Cumhurbaşkanılığı sarayının arkasından geçtik. Otobüsümüzden uygun bir yerde indikten sonra Trevi yani sadece Türklerin kullandığı ismiyle Aşk Çeşmesine doğru dar ve tarihi sokaklardan geçtik.
Trevi ( Aşk Çeşmesi)

 Burası diğer İtalyan şehirlerine göre daha modern ve kalabalıktı ve  artık eski ve kalabalık  sokaklar şaşırtmıyor ve kareleme ihtiyacı uyandırmıyordu...Çeşmeye  geldiğimizde muazzam kalabalıktan bizim Aşk Çeşmesi görülmüyordu doğrusu. Aslında çeşmenin adının anlamı üç yol ağzı demekmiş, üç yolun ortasında olduğu için bu adı almış. Doksanlı yıllarda Türkiye'de gösterime giren bir filmin adını bizimkiler Aşk Çeşmesi diye çevirince , öyle kalmış..Çeşme  8.yy da yapılmış, yine Roma dönemi   heykelleri  bolca mevcut. O filmden ve fotoğraflarından  bildiğim bu çeşme,  beklentimden  çok küçük geldi..Ben geniş bir alanda, etkileyici ve ferah bir çeşme bekliyordum. Zaten çevresi de çok kalabalıktı ve çeşme bir sürü binanın arasına sıkışmış kalmıştı.Biz para da atmayı düşünmediğimizden çevresinde biraz dolandık 
Fontana Della Barcaccia

.Oradan Fontana della Barcaccia adlı kayık şeklinde bir çeşmenin olduğu , ünlü alışveriş meydanına ilerledik. Rehberimiz ve ekiple buluşma saatini kararlaştırıp burada ayrıldık..Bu çeşmenin kenarına oturup, termosumu çıkardım ve güvercinlerle ekmeğimi paylaşıp suyun dinlendiriciliğinde çevreyi seyrettim..Çeşmenin arkasında meşhur İspanyol Merdivenleri var..

İspanyol Merdivenleri
İspanyol konsolosluğu orada olduğu için bu adı almış olan merdivenler ,sadece üst taraftaki kiliseye insanlar ulaşsın diye yapılmış bildiğin düz basamaklardan oluşuyor..Neden bu kadar ünlü , pek de anlam veremedim doğrusu..Oturduğum yerden bol mağazalı sokakları, yabancı turistleri, alışveriş yapan insanları da seyrederek çayımı yudumladım..Daha sonra arkadaşımla biraz merdivenlere çıktık, biraz da ara sokaklara daldık. Bir kaç mağazaya girdik ama saçma derecede pahalıydı  .Hala enerjim azdı ve gezmek de içimden gelmiyordu..Arkadaşıma 'keşke KİKO görsek', orda  biraz bakınırız 'demiştim ki KİKO karşımda...İtalyan kozmetik firması bana birden enerji verdi..Oradan biraz alışveriş yaptıktan ve yorgunluğumuzu attıktan sonra  ünlü Novana meydanında ekibimizle buluşup Vatikan ‘ a yol aldık...




8 Şubat 2016 Pazartesi

6.Gün Napoli

Vezüv Yanardağına  Nazır



İki üç saat kadar bir yolculuktan sonra kış ortasında yaz mevsimini aratmayan ,biraz İzmir,biraz İstanbul kokan kıyı şehri Napoli'ye ulaştık.Şehri diğer  İtalyan şehirlerinden ayıran bir çok özelliği var..Sanki hepsinden daha güzel ama hepsinden daha varoş..O asil kontesler gibi değil de, ayyaş balıkçının güzel kızı gibi...


Şehre girişte otobüsümüzle, luna parklardaki tren yolu gibi garip bir yoldan geçiyoruz.Demir yığını gibi garip yolun böyle olmasının sebebi üç kağıtçı Napolilermiş. Devlet kilometre başına para ödediği için yolu evirip çevirip uzatmışlar..Ayrıca diğer şehirlerde,  tarihi şehrin içinde asla gökdelen ve ya yeni bina göremezken burada  olmadık bir yerde dikilmiş şekilde  görebiliyorsun..Napoli uyuşturucu,haraç ve bir çok pis işin döndüğü bir merkezmiş..Hatta kuzey İtalyalalılar ve Napolililer birbirlerinden pek haz etmiyorlarmış..Çalışıp zengin olan kuzeyliler ,çalışmayıp sürekli sorun çıkaran güneylilere devletin bakmasını istemiyorlarmış.Zamanın başkanı Berlusconi bu sorunu çözmek için iş adamlarından vergi almama karşılığında fabrikalar açmalarını istemiş ve açılmış..İnsanlar çalışmaya başlamaış ancak mafya gelirin yarısına göz dikince fabrikalar  da bir bir kapanmış...Çalışmak isteyen düzgün Napoliler ya Kuzeye taşınmak ya da Almanya da işçi olmak zorunda kalmışlar. Napoli  içlerine doğru, dar sokaklarının arasından, çatısında eski tel antenlerle dolu ,bir kaç katlı yeşil pancurlu evlerinin önünden geçiyoruz..Paslanmış demirden balkonları ile yine diğer İtalyan şehirlerinden ayrılıyor..
Gambrinus Kafe

Balkonda keyif yapmayı seven Napolilerin çamaşırları da sokakları süslüyor doğrusu...Sıcak güneş, şubat ayında  yaz tadı veriyor..Napolide ,ilginç olan diğer bir şey de arabalar..Hemen hemen tüm arabalar, vuruk,çizik,göçük,yamuk..Burda iki araba arasına park etmek isteyen bir Napolili arabası ile biraz öndekine,biraz da arakadaki ne -vurup kendine bir güzel yer açıp yerleşiyormuş..Adamlar aşırı rahat...Kasko firmaları Napolide arabalara kolay kolay kasko yapmazlarmış, yapsalar da fiyatı çok çok yüksekmiş. Napoliler futbola da ayrı önerm veriyorlarmış.1980 li yıllarda Mafya babaları paraya kıyıp  6,9 milyon euroya Maradona'yı transfer etmişler ve  Napoli şampiyon olmuş.Şampiyonluğu getiren .Maradonoyı öyle sevmişler ki,İtalya  -Arjantin maçında dahi Arjantini tutmuş Napoliller..Maradonanın ilerki yıllarda kokakin bağımlılığı tedavisi gördüğünü biliyoruz .Madde bağımlısı olmasında , İtalyanın bu konudaki başkenti olan Napolinin etkisi yüksek olsa gerek...Rehberimizin tekrar tekrar uyarılarından sonra, yan kesicilerden korunmaya çalışarak Napoli meydanına indik ve ara  sokaklarına girmeyin denildiği için meydandaki tarihi binalarda fotoğraflar çekinip ,biraz dolaştıktan sonra buluşma yerimize doğru yol aldık.Bu arada  diğer İtalya şehirlerinde olduğu gibi her yerde zenci seyyar satıcılar görmek mümkün..Yaşamın onlar için zor olduğu gözlerinden okunuyor doğrusu.Ha unutmadan  ‘ askıda kahve’ uygulaması nın başladığı,kent meydanında bulunan, zamanında da mafya babalarının buluşma mekanı olan Gambrinus kafeyi de karelemeden geçmedik. Napolilerin güzel bir tarafını ortaya çıkaran bu olay,şimdilerde ülkemizde askıda ekmek olarak bir kaç yerde de yapılıyor.Olayı bilmeyenler için ifade edeyim; bir kahve alıyorsun, diyelim ki fazla ücret ödüyorsun.Askıda kalsın diyorsun.İhtiyacı olan biri gelip soruyor,’askıda kahve var mı’ ..Böyle de  merhametliler Napoliler..


Böyle bir  şehirde ,bu kadar kanunsuzluk içinde  kesinlikle yaşamak istemezdim.Ama otobüsümüzün penceresinden Napoli'yi ; kah Vezüv yanardağına nazır denizini, kah ara sokaklarını seyrederek ve rehberimizi dinleyerek yaptığım seyahatte,  hiçbir şehirde gülümsemediğim kadar gülümsüyordum doğrusu..Benim bazı serseri diye tabir edilen öğrencilerim vardır. Nerde bir pislik olsa mutlaka bulaşırlar ve başları beladan kurtulmaz ...Özünde çok  duygusal  olan  bu çocukların sahip olduğu bu yön, gittikleri yolda hep daha fazla başlarını belaya sokar. Napoli ile ilgili olarak kısa zaman içinde  anlatılanlar ve gördüklerim  kadarıyla Napoliler, benim  arka sokalarda kaçak göçek sigara içen,
 tembel,serseri  ama merhametli öğrencilerim gibiler...

POMPEİ



5.Gün Toscana (Pisa-San Gimignano-Siena)

5.GÜN

PİSA KULESİ

Floransa gezisinden sonra Montecatini adlı küçük  bir yerleşim yerindeki otelimize geldik.Otel üç yıldızlı olmasına rağmen Türkiyedeki pansiyonların kalitesinde. Avrupa da hizmet sektöründe ciddi sıkıntı olduğunu duymuştum...Asansöre bir kişi ve bir bavul sığabiliyor ayrıca oldukça dar ve eski..Buzdolabı yok ama balkonu var. Kış günü o da işimi gördü. Balkonun kapısı ve penceresi yeşil metal pancurlu..Burada evler,oteller hep yeşil ve sarı pancurlara sahip.Sabah kahvaltıya inince bir gece önceki otel için düşündüklerimi unuttum ve otele haksızlık ettiğimi düşündüm.İki gündür ki kruvasan menüsünden sonra kahvaltı harika geldi.Haşlanmış yumurta,domates, bal,reçeller, peynir ..Ama  girilmesi zor olsa da wifi şifresi bedava..Bu durum birden lüks gibi geldi...Kahvaltıdan sonra meşhur Pisa kulesine doğru yol alıyoruz..Otobüsteyken yağmur başladı. Allahtan yanımda şemsiyem var diye düşünürken,aklıma Türkiye’de olsa hemen şemsiye satıcılarının ortaya çıkacağı geldi.Otobüsten inince ne göreyim, bir sürü Senegalli zenci  satıcı ,italya resimli şemsiyeler satmaya çalışıyor..İtalya’ya göre fiyatları oldukça iyi. Çok fakir görünüyorlardı,’’merhaba kardeş’ diyorlar, selam veriyorlar,rahatsız edici satıcılardan kesinlikle değiller.Samimi  ve içten geldiler doğrusu..Kuleye doğru yürürken sağlı sollu yol üzerinde hediyelik eşyalar satan seyyar arabalar ve zenci satıcılar duruyor. Türkiye bayraklarını da asmışlar Hoşgeldiniz diyerek karşılıyorlar...Kuleden dönünce alırız diyerek  alana girdik. Ben hep şehir merkezinde tek başına bir kule bekliyordum. Bu ise bizdeki külliye tarzı cami-minare-medrese gibi , kule-vaftizhane-kilise üçlüsüydü .Yerin kumlu olması ve mimari hata neticesinde kule zamanla eğilmiş ..Geçen yıllarda tamamen yatma tehlikesi doğmuş ve bu eğimi korumak için inanılmaz masraf yapmışlar.Aslında bir çok kuleden farklı olmamasına rağmen milyonlarca turisti kendine çekmeyi başaran bir yapı olmuş..Kalan kısa süremde bir kaç tezgahın önünden gözüme takılan şeylerden alıp,buluşma noktasına ilerledim. Otobüse biner binmez herkesin aldıklarını görünce , doğru düzgün bir şey almamış olduğumu farkettim. İtalya’ya gelince hediyelikler kesinlikle burdan alınmalı. Diğer şehirlerin en az yarısı fiyata alınabiliyor. Almadığım şeylerin hüznü ile San Gimignano ya doğru yol aldık.

SAN GİMİGNANO



Buraya girdiğim anda büyülendim..Küçük bir ortaçağ kasabası görünümünde olan şehre ,yüksek taş bir girişten geçililerek  giriliyor.Girişin ortasında bulunan yaklaşık elli cm lik metal sütun , ancak yayaların geçebileceği  şekilde duruyor.Araba girmesine imkan yok diye düşünmüştüm ki bir araba geldi, uzaktan kumanda ile demir sütun yerin altına girdi ve sonra tekrar yükseldi..Anladım ki sadece yabancı arabalar giremiyor.Şehir adeta yaşayan bir müze..Meydanı, sokakları, tarihi binaları muazzam güzel..Dünyanın en iyi dondurması seçilen yerden de dordumamızı alarak ferah ve etkileyici şehri gezinmeye başladık..Her köşesi,havası,sakinliği beni mest etti diyebilirim...


SİENA


ilk banka
Siena San Giminanodan daha büyük bir yer. Arabayı parkettikten sonra şehre girdiğini sanıyorsun ama labirent gibi olan şehirde ilerlerken sokaklarına hayran kalmamak elde değil..Her sokak ayrı bir tarihi eser..Sokakların adları da ilginç..Örneğin salyangoz mahallesinin duvarında salyangoz kabartması, kaplumbağa mahallesinde kaplumbağa  kabartması var..Siena meydanına geldiğimizde nutkum tutuldu..Kızıl bir meydan, saat kulesi ve her yıl palio yarışlarının yapıldığı (at yarışları) bu alanın adı Piazza del Campo..Bu yarışlar onlar için kutsal denecek kadar önemli.Mahalleler aralarında da yarışıyorlar...Hatta  salyangoz mahallesinden biri başka bir mahalleye taşınsa eski mahallesinin bayrağını falan açamazmış.Bu hareket Galatasaray Fenerbahçe maçında yanlış türübünde oturmaya benzer deniliyor..Meydan çukur bir tabak gibi,Kenarlarında durup meydanı izledikten sonra ara sokaklara ilerliyoruz.Tarihdeki ilk bankayı görüyorsunuz.Ve duvarlarında da o dönemdeki banka müdürlerinin kafalarını..Adamlar bunun da heykellerini yapmışlar..Hatta tarihteki ilk  dişçi  amblemi olan ve halen duran  Roma devrinden kalma kabartma bile mevcut..Siena büyüleyici bir şehir..Nasıl böyle koruyabildiklerine hayret,şakınlık ve  derin bir saygı  duyuyorum..Orta çağ sokaklarında gezerken baktığın bir dükkan içeriye girdiğinde Zara, Mango ya da herhangi bir market olabiliyor...Muazzam bir şey..Tarihi ve bugünü böylesine bir hassasiyetle yoğurmaları tek kelime ile harika...İnsanlar hala ortaçağ evlerinde yaşıyorlar.Dışına dokunmadıkça evlerinin içini dekore etme özgürlükleri var.Dar sokaklardaki tüm arabalar tabiki küçücük.Çünkü herkes evinin alt katındaki,eskiden ahır olan yere parketmek zorunda..Başka alan yok..Akşama doğru meydana dönüp oturdum..Termosumda kalan çayı doldurup çikolatamın eşliğinde manzaranın tadını çıkardım.Orda öylecebir kaç gün kalabilirdim...Siena  İtalyaya kadar gidildiyse görülmeden dönülmeyecek kadar etkileyici bir şehir...


piazza del campo


































4.Gün Floransa




Davut Heykeli
Duamo Katedrali
Venedik' teki otelden ayrılıp Floransa’ya doğru yola koyulduk..İtalyanca  Frenze olan  ismini bir çiçekten alıyor. Görkemli tarihi  binaları,etkileyici tarihi olmasına rağmen nedense İtalya turunda havızamda en az yer eden şehir Floransa ...Gezi boyunca bir de fotoğraf arkadaşı edindim..Sanırım en çok Floransa’ da rehberi dinlemek yerine fotoğraf çektirmeye dalmışım..Adamlar Roma imparatorluğunun çok tanrılı dinini sapıkça bulduklarından Roma eserlerini üzerine kilise yanlarına sürekli heykel dikmişler.Bizzat kilise tarafından yapılan heykeller neden hep çıplak diye merak ettim doğrusu..Floransa diyince aklıma en çok Medici ailesi geliyor. Çünkü bu kısımları iyi dinledim,ayrıca da okuyunca sizi biraz bilgilendireyim J.Mediciler  yıllarca o bölgeyi yönetmiş,ileri düzeydeki  bankacılık sistemini kurmuş ve çok zengin olmuşlar..Ancak zenginliklerini sanat, bilim ve edebiyat alanında da değerlendirmişler. Leonardo Da Vinci,Michelangelo gibi sanatçıları korumaları altına almışlar, ‘’Dünya yuvarlak ‘’dediği için kilise tarafından aforoz edilen Galileo yu Floransaya davet etmişler. Ayrıca keşfetmek için yola çıkan Amerigo Vespucci  de Medicilerin himayesindeymiş. Ünivesteler,sanat merkezleri  kurarak o dönemde Floransaya sanatçı ve bilim insanı akmasını sağlamışlar.İlerleyen yıllarda zamanın ünlü papazının vaazlarının etkisiyle kışkırtılan halk Medicilerin sonunu  getirmiş...

Pento Vecciho
Mediciler halk tarafından sevilmemeye başlandıkları  zaman tüm binaları birbirine  bağlayan köprüler, kapalı balkon gibi geçit sistemleri yapmışlar.Böylece halka karışmadan istedikleri yere gidebiliyorlarmış..Hatta 2.Dünya savaşında yıkılmadan kalan tek köprü olan Ponte Vecciho  de bunun için yaptırılmıştır.Ayrıca Michelengelo,Galileı,Machiavelli ve Dante’nin mezarları Di Santa Croce Kilisesinde bulunuyor . Ayrıca da Monalisa nın resminin yapıldığı evi de görme imkanı bulduk. Karısının resmini Leanorda Da Vinci ye yaptırmak isteyen bir tüccar, karısını olduğundan çirkin yaptığını öne sürerek almaktan vazgeçmiş. Bence spekülasyon ama neticede oralarda biryerlerde yapıldığı kesin..

Açık hava müzesi gibi olan şehirde her yerde yüzlerce eser var..Bunları vikipediadan da bulabilirsiniz.Şehrin hissetirdiğine gelince , derin bir tarih...Adım adım tarih..İtalyanlara bu konuda hakikaten saygı duydum.Şehir yüzyıllardır ,ekleme çıkarma yapılmadan korunmuş...Adeta orta çağda gezinmek gibi ama bu çağın modernitesine sahip...Benim için kasvetli gelen kahverengi ve grinin hakim olduğu şehir merkezinin hemen ilerisinde,Arno nehri manzarasına nazır köprü üstünde  oturduk ..Eskimiş tarihi yapılar ve sarı sıcak renkler dinlendiriciydi..Rehberimizin eşliğinde güzel bir pizzacıya gittik..Kişi başı ikişer euro oturma paramızı ödeyerek fiyatını hak eden lezzetli, bir pizza yedik. Daha sonra da Senegalli  seyyar satıcılardan birinden selfi çubuğu alıp meydana geldik.Meydanda arkadaşımla  kendi etrafımızda dönerek fotoğraflar çektik..Bangadeş li tatlı bir kızdan da bir çanta alıp buluşma yerimiz olan Duamo meydanına gittik. Bu arada İtalya’da tüm seyyar satıcılar Senagalli,Bangadeşli  zenciler..Özellikle Pisa yakınlarındakilerden oraya gelince bahsedicem. Hareket saatine kadar şu an hatırlayamadığım  ama o an cevap verebildiğim katedral üstündeki heykellerin adlarını, anlamlarını orda bekleyen arkadaşlarla konuştuk..Sanırım  günlerce konuşulabilcek kadar uzun bir konu ...Floransa ; sanat tarihi açısından muhakkak görülmesi gereken bir yer..  Bu  gri şehri; güzel,etkileyici ,hüzünlü ama bir o kadar soğuk ve mesafeli  bir ortaçağ kontesine  benzettim .. O gün güneşin olmaması nedeniyle mi, yoksa yaşanmışlıklarının etkisiyle mi  böyle hissettim  bilemiyorum ama Floransa diyince aklıma bu kadın ve elinde bir çiçek gelecek...


3.Gün Slovenya-Bled Gölü-Ljubljana





Venedik’teki otelimizde,o gün sadece kruvasan,reçel ,elma ve çaydan oluşan kahvaltıyı görünce  bir  kere daha peynir&zeytin getirmenin mutluluğu ile kahvaltımı yaptım. Daha sonra Slowenya’ya gitmek için yola koyulduk.  O gün otobüsün en önünde oturduğum için inanılmaz şanslı hissetim. Çünkü yol boyunca  Alp dağları eteklerindeki yeşillikleri, ahşap evleri ve yamaçlardan aşağı kayak yapan insanları seyretmenin zevki bambaşkaydı...Önce Bled gölüne nazır Bled Kalesine geldik.Bir tarafta yemyeşil ,tepesi karlı alp dağları, bir tarafta muazzam dinledirici Bled gölü ve gölün ortasında Bled adası. Bu güzel manzaraya veda edip  otobüsümüzle Bled gölünün kıyısına indik..Yakından da ayrı bir güzel olan göl kenarı iki km uzunluğunda. İster yürüyüş yap,ister bisiklet turu..İstersen de  banklarda oturup saatlerce izle..Önce bankın birine oturup termosumuzdaki çaylarımız içtik, böreklerimizi ördeklerle ve kuğularla paylaşarak manzaranın tadını çıkardık.Daha sonra kah yürüyüş yaptık,kah fotoğraf çekindik, kah oturduk...İtalya’ya kadar gelip de burayı da görmeliler diyen tur firmasına ayrıca teşekkür etmek gerek...Onca  tempodan sonra güneşli hava ,dingin su ve yeşillik vücudumuzu olduğu kadar ruhumuzu da dinlendirdi.Ardından Slowenya’nın başkenti Lubjıana ‘ya doğru yol aldık.Şehir ,sanki şehir değil de adeta bir film seti gibi .....Tarihi binalar, sakin arnavut kaldırımlı sokaklar, çok şirin kafeteryalar bir harikaydı. Ortasından nehir geçiyor ve ben böyle şehirleri ayrı seviyorum ....

Meydanında bulunan bir anıt gibi bir yapının basamaklarına oturmuş üç sempatik genç müzisyen  hareketli ve sıcak bir şarkı söylüyorlardı..Adeta bir filmin içindeydik ve o da film müziğiydi..Sonra rehberimiz bizi ekmek içinde çorba ikram edilen bir lokantaya götürdü..Burası da ayrı sıcak ve otantik bir mekandı ve çorbada hakikaten lezzetli..Ayrıca İtalya fiyatları ile karşılaştırılamayacak kadar uygun...Ardından kendimizi çay boyuna ve sokaklarına attık. Sokağın sonuna doğru kapısından girerken zil çalan dükkanlardan birine girdik.Dekorasyonu, ahşap ürünleri, küçük porselen şirin fincanları...Burası da  film setinin devamı gibiydi..Yollarında fotoğraflar çektik ,sokaklarında gezindik ve doyamadan veda ettik.İstanbul’dan direkt uçuşlar varmış ve oteller çok uygunmuş..Tekrardan gelmeyi ve tüm Slowenya’yı görmeyi çok arzu ediyorum...Sıcak kanlı insanları ve sakinliği ile huzur aradığınızda kaçabileceğiniz bir yer...