17 Mayıs 2017 Çarşamba

Yine Bir Ayak Macerası

Yine Bir Ayak Macerası

Günün ilk saatleri
Pazar günü Kastamonu tayfam güzel bir tesadüfle yaşadığım köye piknik organizasyonu olduğunu söylediler. İstanbul’da bir plan yapmak için saatlerce önceden kalkan benim için yürüme mesafesinde bir organizasyona katılmak çok  ilginç ve güzeldi..
cumhuriyet köy
İlkbaharın yeşilleri ile dolu köyümüzde kızlarla keyifli bir gün geçirmiş, pikniğin bitiş saatlerine gelmiştik..Tüm gün hiçbir sportif faaliyet yapmadığımdan bari ip atlayayım dedim...Onlarca kız sırayla iki kişinin salladığı ipte atlıyoruz…Hoplarken zıplarken değil sakin sakin sırama yürürken ayağım görünmez küçük bir çukura girdi ve döndü. Gözlerim karardı ve tandık o acı. Hemen anladım, yine aynı şey olmuştu…Yumuşak doku travması, bağ zedelenmesi  Latincesini de bilemiyorum ama artık uzmanlaştığım bu olayda önce şişme, sonra on on beş gün istirahat isteyen bir ağrı sonra da altı aylık ince sızı yaşanıyor. .Bir ömür de dikkat etmek gerekiyor çünkü her an tekrar edebilir. Allahtan sol ayağım olmuştu da arabayı kullanabiliyordum. Merve cim  o gece yanımda kaldı..Ne  olur ne olmaz diye bir doktora gidelim ,film çektirelim dedik.. Sabah hastanenenin o boğucu atmosferinde tekerlekli sandalyemi Merve  kullanırken, nasıl  olsa bir bandaj yaparlar diyordum. Hatta o kadar emindim ki, yanımda bandajımı da götürmüştüm. Iki aydır yaptığım sporuma artık sadece havuza giderek devam ederim diye düşünüyorken yine alçıya alındı. Hem de bu defa üç haftalığına.. Bugün on ikilerin pikniği vardı ,yarına dair planlarım..Ramazana üç hafta var ve İstanbul’da gezmek için en ideal zaman dilimi.. Ve daha da önemlisi hayatımda ilk defa bu kadar diyet yapmaya ve düzenli spora gitmeye başlamıştım.. Iki aydır gecem gündüzüm bu olay olduğu için ,zaten gıdım gıdım verdiğim kiloları tekrar alacağım için mi, çaresiz hissettiğim için mi bilmiyorum inanılmaz üzüldüm. Hastanenin hemen yakınındaki Paşabahçe Sosyal Tesislerinde ağaçların eteğinde ,boğazın kıyısında, tekerlekli sandalyenin üstünde ,önümde kahve fincanım ile ağlamaya başladım..
Paşabahçe sosyal tesisleri
Gözlüklerimin altından saklamaya çalısssam da resmen boncuk boncuk ağlıyordum...Oldukça komik bir görüntü olduğunu biliyorum ama elimde değildi.. Sinirlerim bozulmuştu sanırım...Bir sürü planım yine elimde patlamıştı…Ve deliler gibi yürümek, yüzmek ,gezmek istediğim bir dönemdi.. Geçen yıl bu dönemlerde yine başıma gelmişti ama böyle sarsılmamıştım.. Hemen internetten kiralık tekerlekli sandalye falan bakmaya başladım…Sonra şok etkisi geçince etrafıma baktım. İnanılmaz dinlendirici bir mekanda, arabamın hemen önüne gelen tekerlekli sandalye de dahil olmak üzere bana hizmet ediliyordu...Bir çok insanın imkan bulup da gelemeyeceği bir yerde durmuş üç hafta gezemeyeceğim diye mi ağlıyordum.? Üstelik bu olay yaşanmasaydı akşama kadar okulda olup, tüm haftayı da köyde geçirecek biri olarak…Beykozdan köye doğru dönerken Polenezköyden geçiyorduk, daha önceden gitmeyi planladığım  öğrencilerimin pikniği hemen yol üstündeydi.  Hemen arayıp arabanın girip giremeyeceğini sordum ve piknik alanına sıfır sayılabilecek yere arabamızı bırakabildik bundan da eksik kalmadık yani. Orada durup bol yeşile nazır ızgaralarımızı yedik..Ve gezemeyeğim diye gözyaşı döktüğümden beri ikinci cennet köşesine de gelmiştik

2.Gün
Rapor almayı unuttuğumuzdan ikinci gün köyümüzün sağlık ocağına gitmek için erkenden kalktık.. Yemyeşil doğanın sessizliğinde güneşin ilk ışıkları, yaprakların üzerindeki çiğ damlalarında kırılıyor ve etraf daha da bir güzel parlıyordu..Sağlık ocağının bahçesinde beklerken bu dinginlikle etrafı izledim…Köyün eczanesinde koltuk değnekleri sattığını öğrendiğimiz için oraya gitmiştik ki,bir müşteri; ‘’ bende fazla var, ne yapsam diyordum ‘’ dedi ve  bir anda koltuk değnekleri geldi.Merve beni evdeki köşeme bırakıp, çayımı suyumu da sehpaya ayarlayıp ,’çok kalkmayın yerinizden’ diyerek tembihler ederek  okuluna gitti. Ve evde kitaplarımla yalnız kaldığım zaman garip bir dinginlik çöktü üstüme..Uzun zamandır hiç böyle ayaklarımı uzatıp oturmadığımı farkettim..Hafta sonları,misafirler ,koşturmaca ,temizlik …hep bir şeyler..Hafta içleri de okul vs. derken ..Kim bilir ne zaman bu pencerenin kenarında elimle kitapla durdum diye düşündüm ve daldım ‘Puslu Kıtalar Atlasına’…..

3. Gün
Sabah yalnız uyanınca ,ev dağınıklaşıp yalnızlık çökünce kendimi Amerikan filmlerindeki kimsesiz inanlar gibi hissettim.Öğrencilerin pencerenin önünden geçtiklerini görünce de öğlene kendimi okulun bahçesinde buldum..Ama üst kata çıkmam mümkün olmayınca eve geri dönüp,Merve’nin dönmesini bekledim..Onu köye yakın bir mesafeden arabayla almaya giderken yollar inanılmaz güzel geldi…Yemyeşil koridorlardan müzikler eşliğinde geçerken zorunlu istirahat sürecim keyif veriyordu..


4.Gün
Riva

Sabah erkenden  kahvaltımızı yapıp ,serin ve yeşil bir mekanda kitap okuma kararı aldık .Riva yoluna doğru giderken kah dizi setleri, kah piknikçiler, kah orman…Derken bir cam ocağının önüne geldik. .Ben yıllardır buradan geçerim ama hiç girmek kısmet olmamıştı.. Hem bir tuvalet molası hem de ziyaret için durduk..
Beykoz da Balık Ekmek

Burada kendimizi Avrupalıların filmlerindeki şu villa gibi müstakil evlerinin olduğu bir kasabada şık bir hobi okulunda hissetmeniz mümkün..Zaten günübirlik 30-40 yaşlarındaki misafir öğrencilerin  görüntüsü de adeta öyle.Yol kenarında küçük bir girişi olan mekan; birkaç tane atölye,bir tane sergi salonu  ve bir de oturma salonu olan ,ağaçların arasında modern ve tek katlı bir  bina. Geniş oturma salonunun ortasında  havuz ve değişik cam süslemeler var.Hem soğuk,hem sıcak hem de modern bir görünüme sahip odanının çevresi boydan boya geniş cam pencerelerle kaplı olduğundan veranda havası da var. Birşeyler almayı düşünürseniz baştan söyleyeyim cam süs eşyalar bin iki bin tl gibi muazzam fiyat etiketlerine sahip Son derece nazik çalışanları arabamı kenara çekti, lavabo kapıları hemen açıldı. .İnsanımız nerede olursa olsun ,  koltuk değnekli birine karşı  oldukça yardımsever..
Oradan ayrılıp Karadeniz turu yapıyormuşçasına Riva Sahil’e geldik..Kısa bir göz atıp kitap okumak için buranın da uygun olmadığına karar verirken, karadenizin sert rüzgarını hissedip manzarayı da biraz seyrettik.
Beykoz sahile geldiğimizde artık acıkmıştık ve sahile sıfır park yeri bulmamızın yanında, yine sahile sıfır balıkçı da balık ekmek yedik.İnanılmaz dingin ve mavi bir deniz ve sıcağa inat serin bir tente altı..Oradan birer tane Stefan Zweig kitabını bitirmek üzere Beykoz Korusuna gittik…Doğru çimi bulmak için yaptığımız araştırmalardan sonra ,sakin ve yeşil bir köşe bulup gün batımına kadar kitaplarımızı okuduk..



5.Gün
Cuma gününe dair tek planım okulda çalışmaktı .Ancak akşamüstü saat dört gibi okulla ilgili bir iş için Beykoz’gitmem gerekti. Beykoz a kadar gelmişken bir dinlenme durağı düşündüm ve kendimizi ıki tane köprüye nazır boğaz manzarasının olduğu otağtepede bulduk.Rumeli Hisarı,köprüler,yalılar,gemiler,boğaz ve berrak bir gökyüzünde kaybolmaya başlayan güneş….Kitaplarımızı açıp,kah manzaranın içinde ,kah kitapların içinde kaybolduk…Ayağımı sakatlayalı beş gün olmuştu ve normal zamanlarda olduğundan çok fazla ruh doyurucu gezi yapıyordum..Tabiki  sevgili refakatçim olmasa ya da  bu denli uyumlu olmasa böyle güzel olamazdı …

6.Gün
Cumartesi sabah erkenden Merve gitmişti ve ben akşama kadar kitap,çerez,uyku,televizyon ve baş ağrıları arasında köşemden hemen hemen hiç kalkmamıştım..Akşamüstüne doğru Allahtan gelecekti..Yoksa yatağa hapsolmuş, abur cuburlarla örülü bu moddan uzun bir süre çıkamazdım. Mervenin geleceği saate doğru tek ayağımı sandalyeye koyarak hızlı bir toplanma aşamasından sonra onu almaya gittim ve dönüşte yine her zamanki gibi, hep önünden geçtiğim ama daha önce hiç durmadığım bir mekanda durduk..Köyüme yakın,yol kenarında duran ahşap  kulübe , yeşillik bir alanda,yine ağaçtan birkaç masa ve üç kişinin rahatlıkla oturabileceği ağaçtan koltuklar  olan çay bahçesi gibi bir yerdi ..Sırtımız mekana yüzümüz ormana dönecek şekilde en uzak ve en çok esen ve ormanı yukardan gören bir köşe bulup akşamı burada karşıladık…Tüm günkü miskinlik,baş ağrısı, yorgunluk..Güzel bir bahar akşamı esintisi hepsini süpürüp götürdü…

7.Gün
Katıldığım bir akademinin Pazar Sabahı boğaz turu vardı..Biz de erkenden kalkıp kendimizi bundan da eksik bırakmadık..Tekne turunun biraz uzaması açlığa ve yorgunluğa sebep olsa da,yeşil ve mavinin buluştuğu boğazı tekneyle  dolaşmak bu ayakla yapılabilecek en iyi etkinliklerdendi. Arabayı kız kulesinin karşısına bırakmıştık ve dolmuşla sahile gelmiştik.Ancak şu an o yöne giden araç bulmak zordu ve ayakta da uzun süre duramıyordum.O yüzden genç bir bayan şoföre otostop çekip arabamızın olduğu yeri unuttuğumuzdan ve çok  acıktığımızdan  Filizler Köftenin önünde durduk.Ve böylece mecburiyetten ya da kısmetten, çok defa gitmeyi düşündüğüm ve  gidemediğim bir yere yine gelmiş oldum..Kuzu eti siparişim  koyun gibi sert olmasına ve fiyatları porsiyonuna göre fazla olmasına rağmen,  kız kulesine nazır manzarası ile serin bir balkon  keyfi sunduğundan bize iyi geldi..Ardından Fethi Paşa Korusuna gidip,çimlerinde tüm gün kitap okumayı planlıyorduk. malum sosyal tesislerde tekerlekli sandalye de verdiklerinde koruda gezintiye de çıkabilirdik..Kaç gündür yaptığımız tek plan buydu ama İstanbul'un pazar yoğunluğundan araba park edecek yer dahi bulamayınca planladığımız tek faaliyeti yapamadık .Planladığın tek faaliyeti yapamayıp,planlamadığın onlarca şey yapmak..İşte buna kısmet deniyor sanırım...Biraz önce deniz yoluyla geçtiğimiz yerleri karadan sahil boyu giderek Beykoz'a doğru yoğun trafikte yol aldık..Eve yorgun argın döndüğümüzde İstanbul'da pazar günleri şehir merkezlerinden uzak kalmak gerektiğini bir kere daha hatırlamış olduk. Ama kendimize gelince yerimizde durmadık ve serin ve köy manzaralı akşamüstünde son çaylarımızı yeşile ve maviye nazır içtik.
Reşadiye

Ve ilginç bir hafta bitti..Ayaklarım sağlam olsaydı ya da bunca şeyi planlasaydım, biliyorum ki kesinlikle yapamazdım ya da bu denli güzel olmazdı...Can Dostum diye bir film var kısmen de olsa onu hatırlattı bana.Tek ayakla ,mükemmel refakatçim sayesinde  dünyayı bile gezebilecek enerji ile doldum...Mesele bir şeyler yapabilmek değil, o şeyleri yaparken iyi hissedebilmek...Buna uyum denir ve kolay kolay da nasip olan bir şey değildir...Hayat arkadaşı konusunda maalesef  Yüz Yıllık Yalnızlık romanını yazacak kapasiteye sahip olsam da ,şükür ki dostlar ve  yol arkadaşları konusunda Allah eksik bırakmıyor..
Ey hayat! ne zaman planlar yapsam elimde patlıyorsun,ve ne zaman elimde patlasan,çaresiz kalsam ve ağlamaya başlasam daha fazlasını veriyorsun..Ve ben hala ve hala unutuyorum söylemeyi o iki kelimeyi..
Öncelikle 'inşallah'
Sonrasında da  Elhamdülillah...
Ne olursa olsun,''her şeyde vardır bir hayır ' diyebilmek işte buna inanabilmek...