13 Kasım 2016 Pazar

Fener&Balat : Bir Günlüğüne Başka Ülkede Olmak


Bir Cumartesi günü,’ Balat Sahiline gidelim mi ? ‘dedi Büşracım..Nerede olduğuna dair hiç bir fikrim olmadığı yerin ismi aşinaydı.Aksaray metrodan taksi ile gelince  oldukça yakınmış.Sahilboyunda yürürken, karşı caddede tarihi bir kapı dikkatimizi çekti.Meşhur Cibali Karakolunun olduğu yermiş.Bir anda sahili bırakıp o Meşhur Cibali Kapıdan geçerek içeri doğru yol aldık.Bu kapı İstanbulun Fethi sırasında Cebel Ali isimli bir yeniçeri önderliğinde ilk girilen kapıymış..Cebe Ali kapısı zamanla Cibali kapısı olmuş.Cibali kapısının hemen az ilerisinde bir kafeteryada oturup,'neredeyiz ve ne görmeliyiz ?' diye internetten araştırmaya başladık..Muazzam bir yerdeymişiz meğer..
Gül Camisi ve Mustafa Paşa Hamamı
O kapıdan geçtiğimiz andan itibaren artık İstanbulda değil, Anadolunun küçük bir şehrinde seyahetteydik..Yol boyunca mütevazi, müstakil sayılacak evler, köy kahvesi,tamircisi vb...Ama biraz sonra inanılmaz güzel,tarihi cumbalı bir ev ya da otantik bir kafetarya ile karşılaşabiliyorsun.Absürk derecede garip kompozisyonu olan sokaklar  bizi Gül Camisine götürdü. Bu cami 9.yy da kilise olarak inşa edilmiş,İstanbul’un fethinden sonra tersane deposu olarak kullanılmış.II.Beyazıt zamanında camiiye çevrilmiş.Rivayete göre önceki adı Aya Theodosia olan bu kilisede fetihten önce yapılan ayinde her katılan kişi bir gül bırakmış o yüzden adı Gül Camii olmuş.Yakınlarında bulunan yine II. Beyazıt zamanından kalma tarihi hamamın kapısı kapalıydı,tadilattaymış.



 

İnsanları inanılmaz yardımsever ve tam yurdum insanı olan bu semtin sakinlerine sora sora Balat’ın ünlü yerini bulduk ve Anadolunun mütevazi şehrinden çıkıp  İspanya mı desem,İtalya mı  desem yurt dışında bir yerlerde  arka sokaklarda dolaşıyoruz hissine kapıldık..Önce  cumbalı,ahşap eski rum evlerinin olduğu inişli  yokuşlu dar sokaklardan geçtik..Pencelerinde rengarenk çamaşırların asıldığı bu sokaklar başlangıçta tekin olmayan yerler gibi bir izlenim bıraksa da sokakta oynayan çocukların kibar ve tatlı olması o etkiyi sildi..Evlerinin sokaklarında arabalarını oynuyorlar, top oynuyorlar ve şımarıkça ne de şimdilerdeki korkumuz olan dilenci çocuklar gibi değillerdi..Aynı bizim çocukluğumuzdaki gibiydiler, bunlar mahalle çocuklarıydı. Bizimle konuşurken  eski küçük bir kamyonet  geçdi , aracın şoförünü de tanıdıkları belliydi, birden  hepsi güle oynaya kamyonete takıldılar..Biz de at arabalarına takılırdık küçükken..İnanılmaz sıcak ve güzel bir görüntüydü.





Yüzümüzde gülümseme ile her köşesi ayrı güzel olan Balat sokaklarında gezinmeye devam ettik. II.Beyazıt zamanında haçlı orduları Endülüsü alınca, bizim Osmanlı Ordusu oradan kaçmak isteyen Yahudileri gemilerle buraya getirip yerleştirmiş (.Bununla ilgili Beyazıt Akman'ın Son Seferad adlı kitabını öneririm.) Neden daha erken gidip biraz da müslümanlardan kurtarmamışız diye hayıflanmadım değil doğrusu ..İşin ayrıntılarını tarihçilere bırakıp karşımıza çıkan heybetli kızıl yapıyı seyre koyulduk.Kaç defa Haliç vapurundan gördüğüm bina;  Fener Rum Patrikanesi ya da kanlı kilise değil Fener Rum Lisesiymiş .Dini eğitim veren kısmı Heybeliada da olan bu lise şu anda da aktif.İnanılmaz göz dolduran bu yapı yüksek bir tepeye  inşa  edilmiş. Yokuşu çıkmaya devam edinceTevkii Cafer Camii ne çıktık.1525 yılında yapılan bu caminin bahçesinden kızıl lise, tarihi İsmet Efendi Camii (19. yy)  ve Balat evleri manzarası görülmeye değerdi..Tamamen tevafuken bulduğumuz  bu yeri rehberle gelsek ancak bulabilirdik.







Yokuştan aşağı; kah detejan,kah farklı şeylerin kokuları, kah yurdum teyzelerinin konuşmaları ve  bazen de bizim gibi gezginler eşliğinde inerken haritamıza Kanlı Meryem Kilisesini yazdık.Meğerse lisenin hemen arkasındaymış, biz uzun bir u çizip geldiğimizde ziyaret saati dolmuştu..Bu da nazar boncuğumuz olsun dedik ve Balat’ın ünlü kafetaryalarının olduğu sokağa indik..Bence  sıcak,samimi ve özel yerler..Sırf burada bir 
kahve içmek için bile gelinir..





Bizim karnımız acıktığından kafetaryaları geçip  araştırmalarımız sonucu önerilen mekan olan Fındık Kabuğu Lokantasını bulmaya koyulduk. Haritadan ilerlerleyerek ana caddede bulduk kendimizi, yine Balat’a yakışan bir uyumsuzlukla Lastikçinin hemen yanındaydı. .Dışardan varoş gibi duran yapıya girince duvarlardaki fotoğraflardaki fotoğraflardan Türkiye'de ne kadar ünlü varsa gelmiş olduğunu gördük.Haliç manzaralı terasında oturunca, gezi yazılarından okuduğumuz ancak Balatta neler görmedik diye bir kontrol edince görmediğimiz Bulgar Kilisesini de oturduğumuz yerin tam karşısında olduğunu gördük..Manzarımız bu kiliseymiş. Şanslı gün diye ben buna derim doğrusu..Köftleri gerçekten güzel olan bu yerden kalkıp kafetaryalarının olduğu sokağa daldık.

.

Fransız müzikler çalan bir antika dükkanının önünden geçip , kapısının aralığından eski zaman kıyafetleri ,miğfer vb. askeri eşyalar konulmuş bir yere şöyle bir baktım.İçerisi atölye gibi bir şeydi,burada da farklı bir müzik vardı...Beni misafir gibi çok sıcak karşıladılar, televizyondaki tarihi dizilere kılıç falan yapıyorlarmış, Bunlar da Vatanım Sensin dizisi içinmiş.Hiç böyle bir meslek görmemiştim...Biraz sohbet ettik, fotoğraf çekinip  kısa bir süreliğine kaybettiğim Büşracımla buluşup yola devam ettik..




Şimdiye kadar sakin olan  sokaklardan geçmiştik. Ancak son geldiğimiz sokak  baya kalabalıktı. İinsanlar, müzik sesleri konuşma sesleri  ve mikrofonda bir ses :’’ satıyorum saaatttım..’’ .Sokağın ortasında  ahşap sandalyelerde oturmuş insanlar  ve sandalyelerin arkasında duran bir sürü insan dükkana doğru bakıyordu..Ben  tiyatro falan sandım, ama bir baktık ki, Antikacılar çarşısındayız  ve açık artttırma var. Ama öyle milyarlar değil. 10-20 tl lik açık arttırma..Bunu da bir yerde  okumuştuk ve yine aramadığımız halde karşımıza çıkmıştı...
Eve dönerken İstanbuldan mı, İspanyadan mı, Anadolunun mütevazi bir şehrinden mi ya da böyle tatlı bir kaçamaktan mı döndüm bilmiyorum ama en ruh dinlendirici gezilerimden biriydi..İstanbul'dan uzaklaşma şansınız pek yoksa fakat farklı bir yerlere gitmek istiyorsanız,buyrun gelin,sizi alıp götürür. Herkese tavsiye ederim J












21 Ağustos 2016 Pazar

Ölümlü Günlerden Biri


Kazara yaşıyormuşuz gibi geliyor
Her ölümlü haberle uyanışımda...
Sayılar dönüyor etrafımızda "
şu kadar ölü , şu kadar yaralı" ...
Ülkecek depresyondayız,
Yastayız,
şoktayız..
Kaygı zaten vazgecilmez hissimiz..
Bir gün , bir felaketi atlamanın coşkusunu,
diğer gün cenazelerin hüznünü yaşıyoruz..
.Sonra kapatıp her şeyi,
bir arkadaşın düğününe  gidiyoruz mesela,
ya da denize falan..
Ne bileyim
bir garip düğüm boğazımda,
ne zamandır var,
 ne zaman gidecek
bilmiyorum....

29 Temmuz 2016 Cuma

O GÜN


O gün resmi işler için Beykoz’a oradan da il Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmek için Sultanahmet’e geçecektim. İşlerim beklediğimden uzun sürmüştü. Üsküdar’ a vardığımda ciddi bir trafik ve kalabalık dikkatimi çekmişti. Hani yazları İstanbul boşalıyordu .. Sıcakta ve kalabalıkta Marmaraya geldim, girişinde  normalden fazla sayıda polis arama yapıyordu.. Bir gün önceki Fransa’daki patlamadan olsa gerek diye düşündüm. Sirkeci de inip, Cağaloğlu yokuşunu tırmanırken, ne yerli ne de yabancı turistin nerdeyse hiç olmadığı gözüme çarptı. .Cuma namazına az kalmıştı ama Sultanahmet civarı bile normale göre tenhaydı. .Terör mahvetti turizmi diye söylenerek İl Milli Eğitim’ e geldim. Kapısını önünde zırhlı araçlar, asker , polis her yerdeydi. .Buralar hep mi böyle acaba yoksa yeni bir şey mi acaba diye düşündüm. Beni rahatsız eden bu yerden işim biter bitmez uzaklaşmak istedim.. İçimde bir kasvet vardı o gün, havada da garip ve rahatsız edici bir sıcaklık. .Geldiğim yoldan geri döndüm . Bir an önce oralardan ayrılmak istedim, oysaki normalde böyle tarihi ve manevi yerlerde gezinmeyi severdim.. Arabaya binince acıktığımı farkettim ve denize nazır serin ve sakin bir mekanda oturdum ,. O gün denizde de bir gariplik vardı, bir dalgalanıyor bir duruluyor ve bir bulanıktı. Eve geldiğimde sıcağın da etkisiyle migrenim tutmuştu. .Biraz dinlendikten sonra akşam saat on bire doğru televizyonu açtım. Köprü kapatılıyor diyordu. Köprüye mi bomba koymuşlardı yoksa ? Yüreğim ağzıma geldi, dua ediyorum.. ’Kimseye bir şey olmasın lütfen’ ..Sonra her yerde hareketlenmeler başladı.. Telefonumdaki guruplara yazdım, bir şeyler oluyor lütfen dua edin..’’Arkaşlarla konuşuyoruz, hükümetten kimse neden açıklama yapmıyor, yoksa darbe mi’’ derken Başbakan televizyona telefondan bağlandı.. Başbakanı görmek tedirginliğimizi hafifletse de Darbe girişimi var demesi ,o anki korku tarif edilemez.. İnsanlar, paralarını çekiyor, marketlerde kuyruklar oluşmuş, benzin fahiş fiyata çıkmış..,- sabaha ülkem ne halde olacaksın-..Gözlerim doldu..’, Arkadaş yazıyor, ‘’Erdoğan nerede ,yoksa ‘’ Aman Allahım…Bu olmasın ,bu olmasın lütfen.. Korku, acziyet…Sonra TRT spikerinin okuduğu o metin, hayatım film şeridi gibi geçti derler ya, eminim bir çok insan için öyle olmuştur.. Kadının gözlerindeki korku, tedirgin ses tonu ama emre itaat ederek, ve her kelimeyi vurgulayarak okuduğu o metin.. ’’Hukuk sistemi.. Gaflet dalalet.. Sokağa çıkma yasağı, Hükümet el çektirilmiştir,….’’ ‘’Aman Allahım bu olamazdı, bu ne cüret. .Size ne , siz  kimsiniz , nasıl yaparsınız bunu, bu ne cüret…’’ Meclisten canlı bağlantı yapıldı sonra, gurur duydum gerçekten..Küçücük telefon ekranına sığmaya çalışan, dik durmaya çalışan bir sürü insan.. Hep bir ağızdan İstiklal Marşını okuyorlar...Biz buradayız dediler, içimize biraz daha su serptiler ..Az sonra ise o görüntüler, meclis bombalanıyor, meclise bombalar yağıyor.. Sivil halka ateş ediliyor… Gözlerimizin önünde bir anda oldu,. Allahım boğazımda bir  düğüm, düğümden canım acıyor artık.. Sela sesleri geliyor köyün camisinden  ,hiç durmadan .''Uyan Türkiye, ülken elden gidiyor, uyan Türkiye uyan ve izin verme yapılanlara '' diyordu. .Bu arada evimin pencereleri zangırdadı , sarsıldığımı hissettim. Bomba sesleri…Nasıl bir sesti öyle.. Burası 3.Köprüye yakın bir köy, yeni köprüyü mü bombaladılar yoksa ,içim parça parça...Olayların neresindeydi hatırlamıyorum, Cumhurbaşkanı görüntülü telefonla canlı yayına bağlandı..İnanılmaz bir andı,eminim o anda Erdoğan’ı sevmeyenler bile onu görünce umutla doldular.’’.. Ben geliyorum dedi ve halkı meydanlara davet etti’’…Güçlüydü ama yüzü soluk ,bulunduğu yer izbe.... Şimdiye kadar yapacağım deyip de yapmadığı hiçbir şey olmamıştı ve şimdi de oraya geliyorum diyordu,  ’’Siz istemezseniz hiçbir şey yapamazlar, Atatürk Havalimanına  gelin ben orada olucam  ’’ ..mesajı  alan halk akın akın yollara düştü. .Bir yandan da  yazışıyorum, ‘’Halk sokağa çıkmazsa bitmez diyorum’. .Arkadaşlarımdan biri Çekmeköyde  herkes çıktı dedi.. Lütfen video çek atalım, herkes atsın,birbirlerinden kuvvet alır insanlar, herkes çıkarsa bir şey yapamazlar diyorum ama bir yandan da korkuyorum.. Diğer yandan Sakarya valiliğnde çalışan arkadaşla konuştum, Sakarya valiliğini basmışlar,..Çengelköyde askeri lise öğrencileri  karakolu basmış, Aman Allahım köprü kan veran,tanklar insanları eziyor….Hele o Özel Harekat binasının bombalanması, meclisin  bombalanması,TRT binası, İstanbul Belediyesinde yaşananlar…
Gece bitti.

Yavaş yavaş her yer kurtarıldı.. Halk her yeri birer birer geri aldı.. Yüzlerce cesur insan şehit oldu, onlarca insan hiçbir şeyden habersizken öldürüldü.. Kendi paramızla aldığımız silahlarla, uçaklarla, bombalarla bizim insanımız sandığımız insanlar bizi öldürdü… Destan yazıldı, Kahramanlık hikayeleri yaşandı ..
Halkı küçük gören, her zaman aşağılayan zihniyetse kendine halkı kötüleyecek birkaç kare fotoğraf ,yalan yanlış montaj haberler bulup onu göstermekle yetindi .
Bazı insanların garip bir şekilde ,atlatılan tehlikeyi, öldürülen yüzlerce insanı görmek yerine, dalga geçer gibi herşeyin hükümetin tiyatrosu olduğunu ima eden paylaşımlar yapması  kalbimizi kırdı, bizleri üzdü.,kızdırdı...
Sabaha karşı, Elhamdülillah ,başaramadılar diyerek uykuya daldım..
Çok büyük bir şeydi yaşanan, bizi karanlık bir girdaba sürükleyecek ,bizi hiçe sayacak, iç savaşa kadar götürecek büyük bir olaydı atlatılan..Akşamüstüne doğru uyandığımda ,darbeye kalkışanların bir bir yakalanma haberleri geliyor olmasına rağmen, ölülerin  ve yaralıların hikayeleri canımızı acıtıyordu..İnsanımıza saygı,hayranlık ,minnet duymamak imkansızdı..Hiç tereddüt etmeden kurşunlara siper olan bu insanlar gibi insanlar yüzü suyu hürmetine bu topraklarda hala bayrağımız dalgalanıyordu demek..
Daha sonraki günlerde daha da iyi anlaşıldı  , nasıl muazzam bir oyun, nasıl büyük bir kumpas olduğu..Hiç de onların dediği gibi üç beş subayın tiyatrosu değilmiş, Amerika merkezli, FETÖ nün askerlerinin kullanıldığı bizi yüzyıl geriye götürecek dünyada görülmemiş bir hainliğin planı....
O günden sonr ki günlerde daha iyi gördük. Meşhur şeytanın sağdan yaklaşması nasıl oluyormuş..
Yüz binlerce insan göz göre göre nasıl kandırılmış
Hırsızlıkla bir yerlere insanlar nasıl yerleştirilmiş,
Güya Hak uğruna, haksızlıklar nasıl yapılmış
Nasıl yıllarca en masum,en zeki,en fakir, en inançlı en taşın altına eline koyan insanlar seçilip , neye hizmet ettiklerini bilmeden neler yapılmış,yaptırılmış,beyinleri yıkanmış...Öyle bir hale getirilmişler ki demek,kendi halkına silah sıkacak kadar insanlıktan çıkarılmış,gözleri boyanmış.
Neler , neler , neler
Acı acı acı...Her yanımız acı..Her yerimiz ihanet...
O gece sus pus olanları, tiyatro diye dalga geçenleri,  hatta aman sokağa çıkmayın diye paylaşımda bulunanları bir kac gün sonra meydanlarda boy gösterirken gördük.
Hiç bir yere üye değilim nasılsa,yiyin birbirinizi diye sevinenleri de gördük
Ama şükür ki, vatanını seven insan sayısının ne derece fazla, ne büyük gönüllü olduğunu da gördük...
Dünyada da dostumuz dostluğunu, düşmanımız düşmanlığını gösterdi..Adamlar kınamak yerine, neden Erdoğan i önce öldürmediniz diye akıl verdiler utanmadan..Bu kadar aleni bir şekilde bize karşı duygularını da göstermekten cekinmediler..Bunları da gördük,üzüldük..
Mısır olmaktan, Suriye olmaktan, Irak olmaktan , Allah korudu bizleri...
Bir daha da yaşatmaz inşallah...





2 Temmuz 2016 Cumartesi

2016 Ramazan Hatiralari: (Kendim icin Yazdim)

Güzel bir Ramazanı geride bıraktım..bir kaç yıldır geçirdiğim en güzel Ramazandı..Yok yok hayatımın engüzeli. Öyle çok çok özel şeyler yapmadım aslında ama yine de mutlu an oranım oldukça  yüksekti diyebilirim.Bunda, canım eski öğrencilerimin -ki artık yeni dostlarım oluyor kendileri- katkıları çok büyük.Ülkemin yaşadığı acıların ,kalbimi derinden acıtmasını saymazsak huzurluydum diyebilirim. Bu acıları aynı dili konuştuğum,kalpdaşım sevgili kızlarımın yanında  geçirmek de ayrı şanstı benim için..
Oruç benim için zor bir ibadettir, başım çok ağrır,midem rahatsızlanır..Ama bu yıl,Ramazan öyle bir geldi ki , tatlı bir rüzgar esintisi gibi adeta..Ruhum ve bedenim dinlendi. Hele ilk hafta, bir çorbayı üç gün içtiğimden ve sahuru da sadece hurma ile yaptığımdan bedenim  ciddi anlamda dinlendi diyebilirim.
1.Bölüm
İlk dışardaki iftarım, Ramazanın ilk Cuma akşamı;  Mervenin arkadaşlarıyla yapacağı Sultanahmet iftarına davet etmesi ile başladı..Uzun ve yorucu trafikten garip bir zevk alarak girdiğim Üsküdar da ,nasıl park edeceğim diye dert ederken ,trafiğin yavaşladığı bir anda, herzamanki gibi bulduğum ilk fırsatta camdan yandaki arabaya , ‘’pardon,nereye parkedebilirim acaba’’ diye seslendim  ve yardımsever vatandaşlardan birisi ‘’ ben çıkıyorum abla, gel buraya’’ dedi.. Marmaray’ ın karşısında bulduğum park yeri inanılmaz derecede mutlu etti . (.Sevgili yurdum insanı,tesekkür ederim )..Marmarayın önünde Merve ile buluşup, Sirkeci de indik ve Sultanahmet’e doğru yürüdük..İnanılmaz derecede sessiz,boş, egzotik bir yoldu..Ramazanın ilk günlerinin etkisi mi, bir kaç gün önceki Vezneci patlaması mı sebep oldu bilmiyorum ama Lokantalar bile boştu ve her yerde durmak istedim..Ayrı bir ülkede gibi hissetim kendimi.. Mervenin arkadaşları, Sultanahmette,dikili taşın hemen yanında , çok güzel bir yer tutmuşlardı  . Herkes birşeyler getirmişti; sarmalar, poğaçalr, salatalar...Atmosfer  ruhumu dinlendirdi..Taze çay da hemen arkamızda, tatlı bir amca satıyor..Akşam namazımızı kılıp biraz daha o güzel mekanının havasını soludukdan sonra yine Marmarayla döndük..Üsküdar dan Beykoz a doğru yol boştu ve deniz ,ışıklar,gece,müzik..Bütün bir geceyi mütebessim bir ifadeyle geçirdim diyebilirm..Beykoza Şenaylara geldiğimde sahur olmuştu ..

2.Bölüm
 


İkinci haftaya da az yemeli,bol uyumalı  giriş yaptım. Ev- okul arasında Cuma gününe  kadar  gittim geldim.Cuma günü i  Kastamonudan canım öğrencilerimle çadırda iftar yapma kararı aldık..Trafik dolayısıyla bu kez Üskudar’a  giremedim bile..Yine camdan sorduğum bir amca,’Aman kızım hiç inme aşağya, şurdan bir ara sokağa koy’’ dedi..Fıstıkağacından aşağı arabalar duruyor gibiydi,ilk sağdan saptım..Nezih bir mahallede bir yeri gözüme kestirdim,esnafa sordum hemen ‘’ abi buraya park ediliyor mu’ ..Onayı aldıktan sonra başladım denemeye,ama öyle dar ki,ileri geri..Kan ter içinde kaldım..Karşıdan  bakkal seslendi. ‘Çok kalacak mısınız ‘’ Ben de evet dedim,çok kalıcam,iftara geldim.’’ .Adam dükkanının önündeki park edilmesin diye konulan plastik üçgen şeyleri kaldırdı ve’ gel buraya koy o zaman, orası çok yol ağzı ‘’’ dedi..Ben ,çok kalacaksan koyma oraya falan diyecek sanmıştım ki, bana harika bir park yeri verdi..Minnet ve mutlulukla arabayı park edip,  Üsüdar a  doğru yürüdüm-nerdeyse bir saat sürmüş-Havalara uçarak gittiğim için mesafeyi fark etmemiştim ama dönüşte iliklerime kadar hissettim  doğrusuJİftara ancak yetiştim..Sahil  boyu kurulan çadırın sadece üstü kapalı, altında masa sandalyeler güzel bir intizamla konulmuş..Uzun bir de sıra da var ama  Allahtan kızlar erkenden gelip yer tutmuşlardı ..Oturduk ve tam ezan saatinde sıcacık çorbalarımız, pidemiz,hurmamız,suyumuz her şeyimiz vardı..Etli pilavın - inanılmaz lezzetli-,ayranı ve üzerine tatlısı..Her şey öyle ince düşünülmüş ve orgaznize edilmişti ki..Bu zenginliğe ve iftarımızı ettiğmize ‘’ Elhamdülillah’’ dedik ve küçük paketlerdeki tatlılarımızı  çantalarımıza alıp,  çayla yemek üzere Kuşkonmaz Camiine yol aldık.


Cami ,kız kulesine yakın, hemen sahilin yanıbaşında....Nasıl dinlendirici,nasıl güzel anlatılmaz, yaşanır..Avlusunda kütüphanesi, şadırvanı, denize nazır kısmında taşdan pencereleri..Huzurla  örülmüş küçücük bir yer...Yan  bahçesinde ,çok görünmeyeceğimiz kadar karanlık bir yerde,çimlerin üzerine oturduk. Karşımızda deniz ve  Dolmabahçe, Topkapı  ve bir cok tarihi binanın ışıkları, yukarda yıldızlar..Heryere götürdüğüm termosumu sırt çantamdan  çıkardım ve  çaylarımızı tatlılarımızla birlikte içtik..Kah ayaklarımızı toprağa bastık,kah uzandık..İyice dinlendikten sonra Kız kulesine doğru yürüdük..Yine  şansımız yaver gitti ve güzel bir yer de orda bulduk .Ayaklarımızı denize doğru uzatarak Salacakta,kız kulesine nazır dinlendik,sohbetler ettik, dertleştik.Ruhuma iyi gelen güzel kızlarımın  gitmesine yakın arkadaşım  geldi  onunla ve kızıyla da vbiraz vakit geçirip ,arabaya doğru inanılmaz uzun bir yol alarak ,yine tam sahur saatinde Şenaylardaydık J

3.Bölüm ''Çağla''

Bu kez bol uyumalı bir hafta olmadı,bol iftarlı bir hafta oldu..Artık aç kalmak hayatımın bir parçası haline gelmişti ve bundan çok zevk alıyordum.Günlük hayatta ne kadar gereksiz  bir sürü şey yediğimizi ve hayatımıza engel olduğunu düşünmedim değil doğrusu.Bu hafta beş yıldır görüşmediğim  eski öğrencim Çağlacımdan bir mesaj aldım.Bana geliyordu..Çarşamba günü onu Kavacıktan aldım, yemek yedik,sohbetler ettik.Beş yıl değilde beş gün önce ayrılmış olsaydık daha farklı olmazdı sanırım.
.Diğer gün okuluma geldi, köyümü gezdik..Ve akşama doğru Riva’ ya gittik...Yemyeşil ormanların içinden, virajlı yollardan kimsenin olmadığı yerlerde son ses müzikler eşliğnde  eğlenceli bir yolculukla  Riva da gün batımına yetiştik..Sahilde ayaklarımızı kuma ve birazda denize soktuk..





Ve  iftara Köye geri döndük.Aynı apartmandaki arkadaşım ,davet etmişti.Hemen hemen tüm arkadaşlar ordaydı..İftardan sonra  biz Çağla ile İstanbul gecelerine kaçtık..Polonezköyün,Beykoz un yolları çok güzeldir.Ağaçlar altından geçerek denize ulaşırsınız..Karşını uğultusu da yoktur oralarda..Trafiğin olmadığı saatlerdeyseniz ,hele bir de güzel müzikler varsa arabanızda , kendinizi bir filmin içinde sanırsınız..Şarkılar eşliğinde,Beykoz sahilinde, Kanlıcada, Anadolu Hisarında ,sahil yollarında ...sahur saatine geldik..
İstanbul; öyle güzelsinki,; gecelerin  ayrı güzel ..Sakin ,dingin, ılık rüzgarlı ve sevdiklerinle apayrı anlamlı......Çengelköye yoğunluktan giremesek de, Çengelköy Börekçisinden böreklerimizi alıp, Ramazanın üçüncü Cumasının  gecesinde  de sahura Şenaylara geçtik,ve yine boğaz manzaralı balkonunda sahurumuzu yaptık.

4.Bölüm ''Teknede iftar''

Ve son haftam..Bu hafta da arkadaşlarla, öğrencilerimler  bol iftarlı geçti..Ama asıl damgasını vuran iki gün var ki ,ruhumu hakikaten dinlendirdi...Çarşamba günü Feyza ve Merve ile  Üsküdar’ a doğru   teknede iftar yapmak üzere yola çıktık..Bir gece önce bana gelmislerdi ve iftarımız, sinema saatimiz, sahrumuz ile ülkemle ilgili acı habere kadar  harika bir gece daha yaşamıstık.Diğer gün,iş çıkışı orman manzaralı yollarımızdan, İstanbul trafiğine daldık.Biraz zor da olsa Üskudar da  yine harika bir park yeri bularak iskelede Ayseciğimizle bulustuk..Teknede iftar, İstanbulda hep yapmak istediğim bir şeydi ama kısmet olmamıştı..Feyzamın organizatörlüğü sayesinde ,biraz da şansımızdan ,bizce,iskeleye yanaşan en harika, en boş, en dinlendirici tekneye bindik..Ama tekne ya da yemekler nasıl olursa olsun ,biz her halukarda mutlu olmaya  hazırdık,belki de onda bu kadar güzel gelmişti.Şans bizden yana olmaya devam ediyordu, en güzel manzaralı yer bizimdi,harika bir hava vardı , ayaklarımı uzatıp, akşamın ışıklarında sohbetlerimiz eşliğinde Ortaköy,Rumeli,Emirgan.Kanlıca ...Yalılardaki evlerde ışıklar açıktı,içleri çok net görünüyordu.Küçükken en çok sahip olmak istediğim o oyuncak evlere o kadar benziyorlardı ki..Hele koltuklarda oturan, alt katında ve üst katında  çeşitli yerlede duran insanlar oyuncak bebekler gibiydiler...Oraya gitmeden önce kalbim daralıyordu,derin bir hüzün vardı içimde .Çok iyi gelmişti doğrusu..B u şehir böyleydi işte, acıdan kavrulsan da, mutluktan uçsan da, bir manzaradan diğer manzaraya geçişi gibi,bir duygudan diğerine gark ediyordu insanı...
Ve gece yeni bir maceraya atılmak üzere devam ediyordu.E5 yolları arayısımız, gece gece ev taşımalarımız apayrı bir macera ama en önemlisi, gecenın sonunda Merve ile  öyle bir terastaydık ki  ,Boğaziçi köprüsünün bir ayağı sanki elimle tutacak kadar yakındı.Köprüler neden bu kadar hipnotize edici bir etkiye sahipti.Yorguluktan ölüyordum ama oradan ayrılmak da istemiyordum.Mervecimin hazırladığı sahurda manzaraya nazır ,çaylarımızı yudumlarken bunun üzerine konuştuk birazda..Üzerinden ışıklar,hayatlar geçiyor ve hiç durmuyor.Kimler gelmiş,kimler geçmiştir..Ölümünden az önce, , doğumundan belki, terkedilmeden,işinden, mezuniyetinden.....Işıklar sürekli hareket halinde idi. Öylece saatlerce kalabilirdim ama artık vücudum iflas bayrağını çekmişti,ve manzaranın hemen yanına kıvrıldım.
Son gün..

4.Bölüm '' Arnavutköy''


O günün sabahı,dört gibi yatıp,şiddetli yağmurun etkisiyle yedi gibi kalmıştım..Biraz  da aynı manzarayı yağmurda seyredip keyif alırken , biryandan da  yolumun uzunluğunu ,okula gitmeyi ve yağmurda araba kullanmayı dert ediyordum..Geri yatıp biraz daha uyudum ve  uyanır uyanmaz yağmurlu İstanbul sabahında  Beylerbeyi yokuşundan aşağı ,gece denizinde gezdiğim yerleri şimdide karadan  sahil boyu geçerek  okula geldim..Yollar bomboştu..Yağmurun etkisiyle yeşil daha bir yeşildi...Cama vuran yağmur damlaları ve Ferhat Göçer eşilğinde köye geldim..Kalbim mütmaindi ama vücudum bir hafta uyuyunca geçecek  kadar yorgundu... Feyza haftalar önceden Arnavutköy Sosyal Tesislerinde yer ayırtmıştı. Okul çıkısı bir iki saat uyuyp giderim diiyordum ama bir kaç gündür bozuk olan kombi için ustalar gelmişlerdi ve işleri akşam yedi gibi bitti..Ustalar gelecek olunca, gelemyeceğimi söylemiştim..Ama  son bir mesaj mydı,arama mıydı, çok içten bir şekilde gelen o davete hayır diyemedim ve kendimi arabaya attım..Ne iyi etmişti, ne iyi etmişti tekrar aramakla anlatamam..Önce sakin bir yol bulup Kanlıca ya geldim ve yine çok şükür ki park yeri bulabildim hem de isklenin çok yakınında...Tarihi Kanlıca Yoğurtçusunun önünde,boş bir bankta denize doğru oturarak, Emirgana götürecek motoru bekledim. On dakika içinde geldi,elini uzatsan boğazın sularına dokunacak kadar küçük motorla karşıya geçerken sürekli ‘’ Elhamdülillah’’ diyordum..Mavilik, yeşillik,yalılar, köprü ,motorun hareketiyle esen rüzgar ve hareket içindeki dinginlik..Burası bile yeterdi bana ,bundan sonra bir yudum su ile açsam da olur orucumu,ruhum doydu diyordum içimden..İndikten bir kaç durak sonra Arnavutköydeydim.Kızlar yetişebileceğimi düşünmemişlerdi, onları görünce mutluluğum daha da arttı..Daha önce nasıl burayı keşfetmemişim bilemiyorum, ama manzarası ,hizmeti,sunumu ama daha da önemlisi lezzeti bir harikaydı..Harika bir iftar sofrası..Her şey ayrı mı güzel, özel olur.Hurmadan zeytine, çorbadan tatlıya..Her şey ince ince düşünülmüş  ve çok kaliteli malzemelerle yapılmıştı..Bilen bilir,benim midem ufacık bir hileyi hemen farkeder..Bu akşama vesile oldukları için kızlara teşekkür ede ede yemeklerimiz yedik..Çay ikramı da üzerine ilaç gibi geldi doğrusu..Gelde sevme güzel yurdumu..İtalya da doğru düzgün bir şey ikram etmeleri şöyle dursun, oturmaya ayrı para verdiğimizi düşününce ,üzerine gelen çayımızı bal kaymakla içmek de ayrı keyifti.


Oradan Emirgana doğru  sahil boyuyürüyüşe başladık..Kah fotoğraf çekiniyoruz,kah bankta oturuyoruz,Bebek, Rumeli Hisarı derken birden aklıma motor saati geldi.Saat on bir buçuğu geçmişti. Rumelihisarı sahilinde  üç amca birer tabure koymuşlar,sohbet ediyorlar.Onlara Kanlıca motorlarını sordum ,’’ooo,dediler hayatta yetişemezsin,Emirgan da o bitmiştir.’’’’O zaman Yeni Köyden Beykoz a geçeyim bari ‘’dedim, ‘’o da olmaz kalırsın oralarda’’ dediler.. Ben ne yapıcam şimdi,sabah okul var derken amcalardan birisi kalkmaya hazırlanan bir tekneye el etti..Gitti konuştu durumumu, olumlu davrandıklarını görünce..Kızlarla vedalaşmaya gittim,onlar bu arada fotğraf çekiniyorlar..Karşıda lüks bir lokanta var, onun özel teknesiymiş bu,direkt lokantaya çalışıyor.Kızlar da benimle tekneye doğru geldiler ve birden onlar da gelebiler mi dedim..Tabiki dediler, teşekkürler ederek bir kaç dakika içinde bir sürü duyguyu bir arada yaşayarak mavi ışıklı ,adeta denizin üstündeki lokantaya yol aldık.

.O sırada çok garip bir olay oldu..Merve bu durumu Şirinlerdeki , mavi aya benzetti..Gerçekten bizim için büyülü bir andı..FSM nin altından geçiyorduk,köprü o anda i maviydi ve arabalar sanki yavaş çekimde hareket ediyordu..Bir gece önce tekne gezisi yapmıştık ama bu başka bir şeydi..Köprüdeki araçlarla aynı yönlü hareket ediyorduk fizikteki  bağıl hız konusunun bu derece etkileyici olabilceğine ben bile inanamıyordum..Özel bir tekneyle boğaz da ayrı bir keyifmiş doğrusu..Lacivert adlı mekana geldik, hoş bir yabancı müzik ile karşıladı .Hoş bir ışıklandırması vardı.Bizim oraya ait olmadığımız her halimizden belliydi ama bu bizi hiç ilgilendirmiyordu doğrusu..Işıklandırılmış basamaklardan yukarı çıkarak, kara kapısındaki çıkışta bekleyen valelere de kolay gelsin diyerek caddeye çıktık.Fotoğraflar çekinerek, yaşadığımız maceranın sarhoşluğu ile  on dakika sonra arabayı bıraktığım yerin yanındaki duraktaydık..Ama bir sorun vardı, bu sefer de kızlar karşıya gidemiyordu..Çünkü Üsküdar arabaları da, Mecidiyeköy arabaları da bitmişti..Hadi o zaman benim köye dedik ve yollara vurduk,tabiki müzikler eşliğinde ....

10 Şubat 2016 Çarşamba

Romanın Devamı

(Roma ile aynı gün)
Biraz alışveriş kendime getirmişti beni..
Vatikan’ a girerken  son derece enerjiktim ama içeri girer girmez ağır ve kasvetli  atmosferinin etkisinde ruhumun daraldığını hissetim..Burası mıydı dünyanın yönetildiği yer? Dünyanın en zengin ve en küçük ülkesi, kimseye hesap vermek zorunda değiller...Soğuk ,kaba ve mesafeli adamlarla dolu Vatikan ile İtalya ve insanları arasında çok fark var bence...Romanın göbeğinde başka bir ülke..Burda öğrendiğim bir kaç şeyi maddeliycem



1-Dünyadaki tüm hristiyanlardan vergi alıyorlar. Vermek istemezsen , öldüğünde cenazen kaldırılmaz, defin işlemlerin yapılmaz ve kilisede evlenemezsin.( Biliyorsunuz onlar için kilisede evlenmek çok önemli)
2-Geçmiş zamanlarda yanlışlıkla bir kadın papa seçilmiş ve öğrenilince Papalığı iptal olmuş.O gün bu gündür Papa seçiminde Papa adayı bir etek giyiyor ve sırayla heyettekiler eteği kaldırıp bakıyorlarmış..
3- Bir yer varmış,kutsal merdivenden çıkıp Papayı ziyaret edersen tüm günahların affoluyormuş..
4-Tüm rahibeler tesettürlü.Ama hakikaten tesettür..Anlam veremiyorum şu hristiyanlara ..Emir buysa ,inandıkları doğru buysa ,neden sadece bir kaç kişi yapıyor ? Kendileri ise bundan tamamen uzak yaşıyor.Ya hep,ya hiç.İlginç
5-Vatikan; monarşik, baskıcı ve dünyanın hakimi.

Ortaçağda Bruno’yu ,'Dünya, evrenin merkezi değil,başka gezegenler de var' dediği için yakarak idam eden kilise, yine Dünya dönüyor diyen Galileo yı aforoz eden kilise, akıl hastalarını içine şeytan girmiş diye yakan kilise, yıllarca cennetten toprak vadedip halkı kandıran kilise ve binlercesi ile Kilise.....Kiliseye başkaldıranların yaptığı hareket olan Rönesans ile Kilise zayıflayacağına, adeta daha da  güçlenerek ayağa kalkıyor ve dişlerini Avrupa halkından çekip, Afrikaya geçiriyor.....Yüzyıllar geçiyor, ülkeler kuruluyor,yıkılıyor, halifeler geliyor, gidiyor....Ama İngiltere krallığı da , Papa da hep  orda, hep güçlü, hep var...Biz de ise ne bir baş, ne bir dirlik ,ne de birlik...Onlar gibi karanlık   bir mazimiz de yok ama bizim insanımız bizim dinimize düşman...Tesettürlü birine öcü gibi bakan adı müslümanlar,  bir rahibeye saygıyla yaklaşabiliyorlar...

O meydanda durdum ve bunları düşündüm. Demek yüzyıllardır haçlı ordularını üzerimize salan, müslümanların üzerine kurşunlar yağdıran  yer burası....Kendimi  bir vampir filmindeki ,vampir ailesinin evinde, ya da Dan Brown kitaplarındaki o karanlık yerlerde gibi hissettim,tüylerim ürperdi...Bir Fatiha okuyup çıktım.

7.GÜN Roma&Migren

(Aslında Roma gezisi 6.  Napoli 7.gündü..Ama baş ağrımın etkisiyle sanırım bu kısmı atlamışım..Sonradan farkettim ki, buralarda bir yerlerde bir de Roma gezisi vardı..Geç de olsa hatırlayabildiklerim :)   )
Montecatini’deki otelden Roma’ya doğru hareket etmek için ayrıldık.Tatil boyunca her sabah baş ağrısı ile uyanıyordum.Kahvaltıda çay içip bir de ilaç alınca birşeyim kalmıyordu.O gün otobüste biraz arka koltuğa oturdum, başımın ağrısına mide bulantısı da hafiften eklenmeye başladı.Koltukların arasından karşıya bakmaya zorladım ama artık çok geçti...Gelen şeyin adı migren nöbeti..Önümü görmem gerektiği ve ön koltuklar da dolu olduğu için ,muavin koltuğundaki arkadaş sağolsun bana yerini verdi. İnanılmaz güneş vuruyordu ve trafik çok kalabalıktı.İlerde kaza olmuştu ve otobüs milim milim ilerliyordu...Ağrıdan başımı ellerimin arasına alıyorum, gözümü kapatsam önümü göremediğim için midem bulanıyor,açsam güneş ışığından başımın ağrısı şiddetleniyor.Öyle berbat bir haldir ki migren nöbeti, acıdan başka bir şey hissetmezsin..Her yer,her şey karanlık,ve seni rehin alan, çaresiz bırakan bir ağrı...Şoförümüz pencereyi açtı..Kafamı geri yasladım ,ellerimi  alnıma  koydum ve gözlerimden sessizce yaşlar boşandı...Yan taraftan geçen arabalardan bir tane şoför su  uzatıyor..’’Madam iyi misiniz’’ diye soruyordu.. Bu durum biraz gülümsetti ..Tabi bir diğer gülümseten unsur  da başka birinden duyduğum‘’ you are crying very beautiful’’ cümlesi oldu.İtalyan erkeleri çok rahat jest yapıyorlar....İlaç yavaş yavaş etkisini gösterdi, ağrı yavaş yavaş uzaklaştı ama giderken adeta yanında tüm yaşam enerjimi de götürdü...
Collesium

Roma’ya varmadan durduğumuz dinlenme tesisinde,biraz daha kendime gelsem de Roma’ yorgun ve bitkin vaziyette vardım.İlk önce  Collesium a gittik. Roma döneminden kalma gladyatör dövüşlerinin, çeşitli gösterilerin yapıldığı büyük bir Arena. .Ayrıca  5 sentin arkasında da resmi var,bu gereksiz bilgiyi de belki bulmacada falan çıkar diye veriyorum J Collesiumda da bir kaç mütebessim  fotoğraf çekinip , Roma’nın ünlü anıtlarından olan Vittorio Emanuele II Abidesinin olduğu, şehrin hareketli meydanlarından Piazza Venezia’a (Venedik Meydanı)na ilerliyoruz. 
Vittorio Emanuela Abidesi

Otobüsümüzle  rehberimizin anlattıkları eşliğinde bu meydanın çevresinde bir kaç tur attık.  Bu anıt, Sacconi tarafından Birleşmiş İtalya Krallığı’nın ilk kralı II. Vittorio Emanuele için 19.yy da yapılmış...Beni bu kısmı çok da ilgilendirmedi, ilginç gelen kısmı bu anıtın yapıldığı yerde Roma’ya ait binlerce yıllık tapınak ve bir çok tarihi yapının olması...Benim bu geziden öğrendiğim, Hristiyanların Roma İmparatorluğunun izlerini silmek için çok çabaladıkları ve pek de Romalılardan haz etmedikleri oldu..Daha sonra şu an hatırlayamadığım bir kaç tarihi mekan ve silinen Roma  dönemi izlerinin olduğu mekanlardan sonra, bir kaç km uzunluğundaki Cumhurbaşkanılığı sarayının arkasından geçtik. Otobüsümüzden uygun bir yerde indikten sonra Trevi yani sadece Türklerin kullandığı ismiyle Aşk Çeşmesine doğru dar ve tarihi sokaklardan geçtik.
Trevi ( Aşk Çeşmesi)

 Burası diğer İtalyan şehirlerine göre daha modern ve kalabalıktı ve  artık eski ve kalabalık  sokaklar şaşırtmıyor ve kareleme ihtiyacı uyandırmıyordu...Çeşmeye  geldiğimizde muazzam kalabalıktan bizim Aşk Çeşmesi görülmüyordu doğrusu. Aslında çeşmenin adının anlamı üç yol ağzı demekmiş, üç yolun ortasında olduğu için bu adı almış. Doksanlı yıllarda Türkiye'de gösterime giren bir filmin adını bizimkiler Aşk Çeşmesi diye çevirince , öyle kalmış..Çeşme  8.yy da yapılmış, yine Roma dönemi   heykelleri  bolca mevcut. O filmden ve fotoğraflarından  bildiğim bu çeşme,  beklentimden  çok küçük geldi..Ben geniş bir alanda, etkileyici ve ferah bir çeşme bekliyordum. Zaten çevresi de çok kalabalıktı ve çeşme bir sürü binanın arasına sıkışmış kalmıştı.Biz para da atmayı düşünmediğimizden çevresinde biraz dolandık 
Fontana Della Barcaccia

.Oradan Fontana della Barcaccia adlı kayık şeklinde bir çeşmenin olduğu , ünlü alışveriş meydanına ilerledik. Rehberimiz ve ekiple buluşma saatini kararlaştırıp burada ayrıldık..Bu çeşmenin kenarına oturup, termosumu çıkardım ve güvercinlerle ekmeğimi paylaşıp suyun dinlendiriciliğinde çevreyi seyrettim..Çeşmenin arkasında meşhur İspanyol Merdivenleri var..

İspanyol Merdivenleri
İspanyol konsolosluğu orada olduğu için bu adı almış olan merdivenler ,sadece üst taraftaki kiliseye insanlar ulaşsın diye yapılmış bildiğin düz basamaklardan oluşuyor..Neden bu kadar ünlü , pek de anlam veremedim doğrusu..Oturduğum yerden bol mağazalı sokakları, yabancı turistleri, alışveriş yapan insanları da seyrederek çayımı yudumladım..Daha sonra arkadaşımla biraz merdivenlere çıktık, biraz da ara sokaklara daldık. Bir kaç mağazaya girdik ama saçma derecede pahalıydı  .Hala enerjim azdı ve gezmek de içimden gelmiyordu..Arkadaşıma 'keşke KİKO görsek', orda  biraz bakınırız 'demiştim ki KİKO karşımda...İtalyan kozmetik firması bana birden enerji verdi..Oradan biraz alışveriş yaptıktan ve yorgunluğumuzu attıktan sonra  ünlü Novana meydanında ekibimizle buluşup Vatikan ‘ a yol aldık...




8 Şubat 2016 Pazartesi

6.Gün Napoli

Vezüv Yanardağına  Nazır



İki üç saat kadar bir yolculuktan sonra kış ortasında yaz mevsimini aratmayan ,biraz İzmir,biraz İstanbul kokan kıyı şehri Napoli'ye ulaştık.Şehri diğer  İtalyan şehirlerinden ayıran bir çok özelliği var..Sanki hepsinden daha güzel ama hepsinden daha varoş..O asil kontesler gibi değil de, ayyaş balıkçının güzel kızı gibi...


Şehre girişte otobüsümüzle, luna parklardaki tren yolu gibi garip bir yoldan geçiyoruz.Demir yığını gibi garip yolun böyle olmasının sebebi üç kağıtçı Napolilermiş. Devlet kilometre başına para ödediği için yolu evirip çevirip uzatmışlar..Ayrıca diğer şehirlerde,  tarihi şehrin içinde asla gökdelen ve ya yeni bina göremezken burada  olmadık bir yerde dikilmiş şekilde  görebiliyorsun..Napoli uyuşturucu,haraç ve bir çok pis işin döndüğü bir merkezmiş..Hatta kuzey İtalyalalılar ve Napolililer birbirlerinden pek haz etmiyorlarmış..Çalışıp zengin olan kuzeyliler ,çalışmayıp sürekli sorun çıkaran güneylilere devletin bakmasını istemiyorlarmış.Zamanın başkanı Berlusconi bu sorunu çözmek için iş adamlarından vergi almama karşılığında fabrikalar açmalarını istemiş ve açılmış..İnsanlar çalışmaya başlamaış ancak mafya gelirin yarısına göz dikince fabrikalar  da bir bir kapanmış...Çalışmak isteyen düzgün Napoliler ya Kuzeye taşınmak ya da Almanya da işçi olmak zorunda kalmışlar. Napoli  içlerine doğru, dar sokaklarının arasından, çatısında eski tel antenlerle dolu ,bir kaç katlı yeşil pancurlu evlerinin önünden geçiyoruz..Paslanmış demirden balkonları ile yine diğer İtalyan şehirlerinden ayrılıyor..
Gambrinus Kafe

Balkonda keyif yapmayı seven Napolilerin çamaşırları da sokakları süslüyor doğrusu...Sıcak güneş, şubat ayında  yaz tadı veriyor..Napolide ,ilginç olan diğer bir şey de arabalar..Hemen hemen tüm arabalar, vuruk,çizik,göçük,yamuk..Burda iki araba arasına park etmek isteyen bir Napolili arabası ile biraz öndekine,biraz da arakadaki ne -vurup kendine bir güzel yer açıp yerleşiyormuş..Adamlar aşırı rahat...Kasko firmaları Napolide arabalara kolay kolay kasko yapmazlarmış, yapsalar da fiyatı çok çok yüksekmiş. Napoliler futbola da ayrı önerm veriyorlarmış.1980 li yıllarda Mafya babaları paraya kıyıp  6,9 milyon euroya Maradona'yı transfer etmişler ve  Napoli şampiyon olmuş.Şampiyonluğu getiren .Maradonoyı öyle sevmişler ki,İtalya  -Arjantin maçında dahi Arjantini tutmuş Napoliller..Maradonanın ilerki yıllarda kokakin bağımlılığı tedavisi gördüğünü biliyoruz .Madde bağımlısı olmasında , İtalyanın bu konudaki başkenti olan Napolinin etkisi yüksek olsa gerek...Rehberimizin tekrar tekrar uyarılarından sonra, yan kesicilerden korunmaya çalışarak Napoli meydanına indik ve ara  sokaklarına girmeyin denildiği için meydandaki tarihi binalarda fotoğraflar çekinip ,biraz dolaştıktan sonra buluşma yerimize doğru yol aldık.Bu arada  diğer İtalya şehirlerinde olduğu gibi her yerde zenci seyyar satıcılar görmek mümkün..Yaşamın onlar için zor olduğu gözlerinden okunuyor doğrusu.Ha unutmadan  ‘ askıda kahve’ uygulaması nın başladığı,kent meydanında bulunan, zamanında da mafya babalarının buluşma mekanı olan Gambrinus kafeyi de karelemeden geçmedik. Napolilerin güzel bir tarafını ortaya çıkaran bu olay,şimdilerde ülkemizde askıda ekmek olarak bir kaç yerde de yapılıyor.Olayı bilmeyenler için ifade edeyim; bir kahve alıyorsun, diyelim ki fazla ücret ödüyorsun.Askıda kalsın diyorsun.İhtiyacı olan biri gelip soruyor,’askıda kahve var mı’ ..Böyle de  merhametliler Napoliler..


Böyle bir  şehirde ,bu kadar kanunsuzluk içinde  kesinlikle yaşamak istemezdim.Ama otobüsümüzün penceresinden Napoli'yi ; kah Vezüv yanardağına nazır denizini, kah ara sokaklarını seyrederek ve rehberimizi dinleyerek yaptığım seyahatte,  hiçbir şehirde gülümsemediğim kadar gülümsüyordum doğrusu..Benim bazı serseri diye tabir edilen öğrencilerim vardır. Nerde bir pislik olsa mutlaka bulaşırlar ve başları beladan kurtulmaz ...Özünde çok  duygusal  olan  bu çocukların sahip olduğu bu yön, gittikleri yolda hep daha fazla başlarını belaya sokar. Napoli ile ilgili olarak kısa zaman içinde  anlatılanlar ve gördüklerim  kadarıyla Napoliler, benim  arka sokalarda kaçak göçek sigara içen,
 tembel,serseri  ama merhametli öğrencilerim gibiler...

POMPEİ



5.Gün Toscana (Pisa-San Gimignano-Siena)

5.GÜN

PİSA KULESİ

Floransa gezisinden sonra Montecatini adlı küçük  bir yerleşim yerindeki otelimize geldik.Otel üç yıldızlı olmasına rağmen Türkiyedeki pansiyonların kalitesinde. Avrupa da hizmet sektöründe ciddi sıkıntı olduğunu duymuştum...Asansöre bir kişi ve bir bavul sığabiliyor ayrıca oldukça dar ve eski..Buzdolabı yok ama balkonu var. Kış günü o da işimi gördü. Balkonun kapısı ve penceresi yeşil metal pancurlu..Burada evler,oteller hep yeşil ve sarı pancurlara sahip.Sabah kahvaltıya inince bir gece önceki otel için düşündüklerimi unuttum ve otele haksızlık ettiğimi düşündüm.İki gündür ki kruvasan menüsünden sonra kahvaltı harika geldi.Haşlanmış yumurta,domates, bal,reçeller, peynir ..Ama  girilmesi zor olsa da wifi şifresi bedava..Bu durum birden lüks gibi geldi...Kahvaltıdan sonra meşhur Pisa kulesine doğru yol alıyoruz..Otobüsteyken yağmur başladı. Allahtan yanımda şemsiyem var diye düşünürken,aklıma Türkiye’de olsa hemen şemsiye satıcılarının ortaya çıkacağı geldi.Otobüsten inince ne göreyim, bir sürü Senegalli zenci  satıcı ,italya resimli şemsiyeler satmaya çalışıyor..İtalya’ya göre fiyatları oldukça iyi. Çok fakir görünüyorlardı,’’merhaba kardeş’ diyorlar, selam veriyorlar,rahatsız edici satıcılardan kesinlikle değiller.Samimi  ve içten geldiler doğrusu..Kuleye doğru yürürken sağlı sollu yol üzerinde hediyelik eşyalar satan seyyar arabalar ve zenci satıcılar duruyor. Türkiye bayraklarını da asmışlar Hoşgeldiniz diyerek karşılıyorlar...Kuleden dönünce alırız diyerek  alana girdik. Ben hep şehir merkezinde tek başına bir kule bekliyordum. Bu ise bizdeki külliye tarzı cami-minare-medrese gibi , kule-vaftizhane-kilise üçlüsüydü .Yerin kumlu olması ve mimari hata neticesinde kule zamanla eğilmiş ..Geçen yıllarda tamamen yatma tehlikesi doğmuş ve bu eğimi korumak için inanılmaz masraf yapmışlar.Aslında bir çok kuleden farklı olmamasına rağmen milyonlarca turisti kendine çekmeyi başaran bir yapı olmuş..Kalan kısa süremde bir kaç tezgahın önünden gözüme takılan şeylerden alıp,buluşma noktasına ilerledim. Otobüse biner binmez herkesin aldıklarını görünce , doğru düzgün bir şey almamış olduğumu farkettim. İtalya’ya gelince hediyelikler kesinlikle burdan alınmalı. Diğer şehirlerin en az yarısı fiyata alınabiliyor. Almadığım şeylerin hüznü ile San Gimignano ya doğru yol aldık.

SAN GİMİGNANO



Buraya girdiğim anda büyülendim..Küçük bir ortaçağ kasabası görünümünde olan şehre ,yüksek taş bir girişten geçililerek  giriliyor.Girişin ortasında bulunan yaklaşık elli cm lik metal sütun , ancak yayaların geçebileceği  şekilde duruyor.Araba girmesine imkan yok diye düşünmüştüm ki bir araba geldi, uzaktan kumanda ile demir sütun yerin altına girdi ve sonra tekrar yükseldi..Anladım ki sadece yabancı arabalar giremiyor.Şehir adeta yaşayan bir müze..Meydanı, sokakları, tarihi binaları muazzam güzel..Dünyanın en iyi dondurması seçilen yerden de dordumamızı alarak ferah ve etkileyici şehri gezinmeye başladık..Her köşesi,havası,sakinliği beni mest etti diyebilirim...


SİENA


ilk banka
Siena San Giminanodan daha büyük bir yer. Arabayı parkettikten sonra şehre girdiğini sanıyorsun ama labirent gibi olan şehirde ilerlerken sokaklarına hayran kalmamak elde değil..Her sokak ayrı bir tarihi eser..Sokakların adları da ilginç..Örneğin salyangoz mahallesinin duvarında salyangoz kabartması, kaplumbağa mahallesinde kaplumbağa  kabartması var..Siena meydanına geldiğimizde nutkum tutuldu..Kızıl bir meydan, saat kulesi ve her yıl palio yarışlarının yapıldığı (at yarışları) bu alanın adı Piazza del Campo..Bu yarışlar onlar için kutsal denecek kadar önemli.Mahalleler aralarında da yarışıyorlar...Hatta  salyangoz mahallesinden biri başka bir mahalleye taşınsa eski mahallesinin bayrağını falan açamazmış.Bu hareket Galatasaray Fenerbahçe maçında yanlış türübünde oturmaya benzer deniliyor..Meydan çukur bir tabak gibi,Kenarlarında durup meydanı izledikten sonra ara sokaklara ilerliyoruz.Tarihdeki ilk bankayı görüyorsunuz.Ve duvarlarında da o dönemdeki banka müdürlerinin kafalarını..Adamlar bunun da heykellerini yapmışlar..Hatta tarihteki ilk  dişçi  amblemi olan ve halen duran  Roma devrinden kalma kabartma bile mevcut..Siena büyüleyici bir şehir..Nasıl böyle koruyabildiklerine hayret,şakınlık ve  derin bir saygı  duyuyorum..Orta çağ sokaklarında gezerken baktığın bir dükkan içeriye girdiğinde Zara, Mango ya da herhangi bir market olabiliyor...Muazzam bir şey..Tarihi ve bugünü böylesine bir hassasiyetle yoğurmaları tek kelime ile harika...İnsanlar hala ortaçağ evlerinde yaşıyorlar.Dışına dokunmadıkça evlerinin içini dekore etme özgürlükleri var.Dar sokaklardaki tüm arabalar tabiki küçücük.Çünkü herkes evinin alt katındaki,eskiden ahır olan yere parketmek zorunda..Başka alan yok..Akşama doğru meydana dönüp oturdum..Termosumda kalan çayı doldurup çikolatamın eşliğinde manzaranın tadını çıkardım.Orda öylecebir kaç gün kalabilirdim...Siena  İtalyaya kadar gidildiyse görülmeden dönülmeyecek kadar etkileyici bir şehir...


piazza del campo