30 Kasım 2015 Pazartesi

Amasra-Safranbolu






Geçen hafta tükenmişlik sendromu mudur, bunalmışlık mıdır nedir bilemiyorum ama tatile ihtiyacım olduğuna karar verdim.Okul, yorgunluk, kendini tekrar ettiren aynı cümleler perşembe günü son raddesine ulaşınca , dedim ki  gitmeliyim..Akşamında ne yapsam diye düşündüm.Hafta sonu için kişiler,yerler ...Birden  Elifciğim aklıma geldi, Bartın da yaşayan arkadaşım. Aslında daha öncesinde yurt dışına gitmeyi düşündüm hatta bir kaç da yeri aradım ama en erken Aralık ayı sonuna yer verdiler.Sanki ne kadar uzağa gidersem o kadar rahatlıycaktım... Elif'le konuştuktan hemen sonra gidiş dönüş biletimi ayarladım ve cuma akşamı yollardaydım...
Beklediğimden uzun bir yolculuk sonrası Abdipaşa'ya ulaştım.Küçük bir karadeniz beldesi. Ilık bir yeşillik ve sakinlik ile karşıladı beni. Ana yolun çevresinde kurulmuş küçük sehrirde,yolun bir tarafı Bartın'a ,bir tarafı Karabük' e gidiyor.Ulaşımı oldukça rahat diyebilirim. Arkadaşımın evi de İstanbuldaki evlere göre oldukça konforlu ve fazlasıyla sıcak..Merkezi kalorfer sistemi var ,henüz doğalgaz gelmediğinden kömürün verdiği sıcaklığı unutmuşum. Buharlaştıran bir sıcaklık..Biraz uyuyup,dinlenip kahvaltımızı yaptıktan sonra, Bartın dolmuşlarına bindik.Her zamanki gibi en ön koltuğa oturdum ve sonbahar manzarasının tadını çıkararak Bartına'a yolculığa başladık.Yollardaki ağaçlar adeta , hani gelin damat salona girerken, karşılıklı ellerini birleştiren çiftlerin ellerinin altından geçerler ya,onun gibi birleşmişler ve altlarından biz geçiyorduk. Sarı,yeşil ağaçlar, rengarenk dağlar çok güzeldi..Bartın'da indik.Çarşı merkezine gitmedik.Terminale yakın, Yalı diye adlandıkları , kenarlarında oturma mekanları ve mekanların ön taraflarında arnavut kaldırımları ,ara ara ağaçları ve nehir boyunca devam eden yürüyüş yolları olan çay boyu var.  ..Kenarlarda küçük tekneler de mevcut, istersen tekne turu yapabiliyorsun....Yerler tamamen sarı yapraklarla dolu..Hava çok güzeldi, ılık esintisiz... Yağmur yağacak gibi ama yağmıyor, arada hafif hafif çiseliyor sadece..Nehir yeşil renkli, yazın mavi  renkli midir bilmiyorum. Kahvelerimizi durgun yeşil nehre nazır içtikten sonra  Amasra dolmuşuna biniyoruz.
 Yarım saat kadar sonra , aynı güzellikteki ağaçların arasından Amasra'ya varıyoruz. Ben sahil yerlerine yaz mevsimi  dışındaki mevsimlerde gitmeyi daha çok seviyorum ,hem kalabalık olmuyor hem de o yalnız hali daha güzel geliyor...Ama burası  küçük bir sahil şehrine göre kalabalık geldi gözüme...Akşama az kalmıştı, hava kararmak üzereydi bu yüzden kısa zaman geçirebildik ama sahilin manzarası hakikaten güzeldi..Yabancı, eski filmlerdeki denizcilerin konuk olduğu ,antik şehirlerdeki limanlara benziyordu....Hilal şeklinde bu sahile bakınca ortasında denizin devamı ve karadaki ışıkların denize yansıması görünüyor..Çok hoş bir görüntüsü vardı.Bir kaç çay bahçesi ve küçük güzel bir çarşı..Otantik eşyalar..Ayrıca ahşaptan yapılmış sıcak atmosfere sahip merkez camisinin içi de çok güzeldi...Akşam olduğundan , ve kahvaltıyla durduğumuzdan gezintimize nokta koyup, deniz manzaralı öğretmenevinde balıklarımızı yedik. Oldukça ekonomik ve lezzetliydi..(içkili olmayan tek mekan burasıymış) ..Amasra'ya sadece virgül koyup, bir yaz bir kaç günlüğüne gelme kararı ile Elifciğimin evine doğru yol aldık...


Diğer sabah, kahvaltılarımızı yapıp bir saatlik Safranbolu yolculuğumuza çıktık. Burada bahsetmeden geçemiycem bir yer var, ismi Cumaova. Adeta bir film seti için kurulmuş gibi duran, küçük bir belde..Her şey az, küçük ve güzel...Çevresinde yüksek dağlar var ve ortasında Cumaova. Dolmuşumuz yolcu almak için merkezinde durdu, zaten başını şöyle bir çevirererk herşeyini görebiliyorsun. Bakkal büyüklüğünde terminal, üst katında belediye, bir kaç ev, tek ya da ki katlı..Gülmseyerek izledim, tabi her zamanki gibi ön koltuktan..Aracımız yola çıktı ve  birbirinden güzel sonbahar manzaraları eşliğinde Safranbolu'ya vardık.
 Safranbolu..Ne kadar cahil bir insanım bir kere daha farkettim. Yedi sekiz sene önce gelmiştim Safranboluya ve ben tüm şehri ahşap evleri ve otantik çarşısı olan bu şehir sanmıştım...Meğerse eski şehir ve yeni şehir olarak ikiye ayrılıyormuş.Yeni şehir, eski şehre 10 dakika mesafede, bir çok ilden büyük, her şeyin mevcut olduğu modern bir anadolu şehri.Çok şaşırdım doğrusu..Gelelim turistk Safranboluya yani eski şehre..Burası taşlı yolları, çarşıları, tarihi camileri ,hanları, hamamları, safran kokulu, bol lokum ikramlı sokakları ile görülmeye değer şehirlerimizden...Malum hava erken karardığından önce şehrin dışındaki 'Kriral Teras'a gitmek istedik. Orası İncekaya Su Kemeri ve kanyonun üstüne yapılmış cam bir teras..Kendini çok yükseklerde hissettiren güzel bir düşünce olmuş...Su kemeri Osmanlı döneminde Gayza köyüne su getirmek için yapılmış muazzam bir yapı..Kanyon boyunca ahşap yol ve merdivenler de yapılmış,isteyen inip yürüyüş yapabiliyor. Terastan da yürüyüş yapanlar görülebiliyor..Bizim vaktimiz sınırlı olduğundan seyretmekle yetindik. Yolda şoförümüz buraya çok yakın bir de mağara var,çok güzel dedi. Yakınsa oraya da gidelim dedim. Su kemeri,dağlar ve teras manzaralı fotoğraflarımızı çekinip arabaya döndük..Aman Allahım taksimetre hala çalışıyordu...Biraz,  mağaranın fiyasko olup olmayacağına dair kaygılı, biraz da taksimeterenin daha ne kadar olabileceğine dair sıkıntılı bir yolculuktan sonra mağaraya ulaştık. Geçen hafta arkadaşlar terasa 35 tlye gelip,gitmişlerdi. Şu an taksimetre 70 tl idi ve mağaradan dönünce kaçı gösreceğine dair hiç bir fikrimiz yoktu. Böyle durumlarda önden parayı konuşurdum genelde ama işte amcanın rehbervari ton ton hali kandırdı beni...Arabadan inip Bulak Mencilis mağarasına girdik.Başlangıçta,ikimizde kazıklandık sanırım diye düşündükse de ilerleyen yol boyunca harika bir yerde olduğumuzu farkettik...Burası da muazzam güzel ve Safranboluya kadar gittiyseniz kesinlikle görülmeden gelinmemeli denilecek bir yer.Döndüğümüzde amcanın gösterge 100 tl yibulmuştu..Amca dedik, beklerken de mi açık oluyor, fazla gibi geldi dedik..''Birşeyler yaparız merak etmeyin'' dedi..Biraz yatışıp Safranboluya geldik..Amca alacağı parayı haketmek için panoromik bir yeni ve eskişehir turu yaptırdı ve güzelce de anlattı..Ben memnundum şahsen, hava soğumuştu ve görmek istedğim heryeri de hemen hemen göstermişti..''.70 tl  ''dedi. Sevinçle verdik, keşke başta söyleseydi de o kadar heyecan yapmasaydık :) Safronboluya aç bilaç gelince amcanın tavsiye ettiği Kadıoğlu na gittik... Harika bir yer..Huzurlu bir köşk, temiz bir mekan ve çok lezzetli yiyecekler..Üstüne ikram ettikleri çay bile güzeldi. Kastamonu da da yaygın olan, bu coğrafyaya ait olan Kuyu Kebabı sipariş ettim..Onca yıl orda yemek nasip olmamıştı bir türlü ,kısmet buradaymıs dedim. Kuyu Kebabı, direkt kuzu eti..Löp et..Haşlama et gibi ama dibinde ateş olan bir kuyuda bir günde falan pişiyor bildiğim kadarıyla..Lokum gibi pişmiş ama baharat falan hiç bir şey yok..Ben sevdim, lezzetliydi . Ama sanırım eti sote yada kuşbaşı pide şeklinde yemeyi daha çok seviyorum. Arkadaşımın pidesinden de otlandım, o da ayrı bir harika idi...
Buradan çıktıktıktan sonra akşam serinliğinde çarşısını gezdik,alışveriş yaptık, her dükkandan lokum yedik..Sürekli ikram ediyorlar , çok hoş :)  Ve közde kahvelerimizi içerken arkadaş son arabanın 15 dakika sonra kalkacağını farketti. Koşarak dolmuşa yetiştik ve yağmurlu güzel günde Abdipaşa'ya geri döndük tabi ki ben yine ön koltukta idim...Midem bulanmadan seyahatimi tamamlamanın verdiği mutlulukla çayımızı içerken saat daha akşam dokuzdu...İyi ki gelmişim :)))


25 Kasım 2015 Çarşamba

ERMENİ SOYKIRIMI ( SÖZDE)

Geçenlerde  Amerikan, Fransız  yapımı bir film izledim.Film,(sözde) Ermeni Soykırımı hakkında.O dönemi yaşamış bir kadınının torunu olan, Fransa da yaşayan Ermeni bir ailenin çevresinde geçiyor. Zaman zaman Osmanlı dönemine dönen sahneleri de içeriyor. Kıyafetler, dönemi aktarış, insanların dış görünüşleri ile dönemsel uyum başarılı diyebilirim. Ama filmde öyle önemli bir detay var ki, o dönem öyle bir anlatılıyor ki  bir anda kendini yönetmenin baktığı pencereden bakıyor buluyorsun .Filmde Osmanlı askerleri  güya ,Ermenilere önce tecavüz ediyorlar sonra da gaz yağı döküp yakıyorlar ...Hatta Hitlerle eş bile tutuluyor bir konuşmada..Araya aşk, dramatizasyon bir kaç da kaliteli film efekti de koymuşlar ki, herkese hitap etsin.Öyle kurgulanmış ki, müzikler, duygular...Tam da  yönetmenin düşündürmek  istediği  gibi düşünüyorsun...

Merak ediyorum;
Amerikan askerleri  daha  körfez savaşında köpekleri eşliğinde yüzlerce Iraklıya  tecavüz  edip, binbir türlü çirkin işkence yapıp bunu da kendileri videoya çekmediler mi? Onlar gururla dünya ile paylaşmadılar mı?
.
Fransa Afrika halkını köle yapmadı mı? Toplu mezarları, kellelerle çekilmiş, işidvari fotoğrafları her yerde...Daha da çirkini , bu  Afrika  insanlarını, Fransaya götürüp,çırılçıplak soyup, hayvanat bahçesinde sergilemedi mi?
İngilterenin Aborjinlere yaptıkları?  Artık öyle bir halk kalmadı,daha ne olsun?
Sırpların Boşnaklara yaptıklarına ne demeli –lafta barış gücü- askerleri göz  yummadı mı soykırıma?  Yaşayan, tecavüze uğramış, hayatları mahvolmuş bir avuç insan bırakmadılar mı geride ? 18 yıl sonra hala toplu mezarlar çıkmıyor mu her yıl?
Ve Azerbaycandan, Kırıma ,Bulgaristandan Çeçenistana..... ( İsrail’in yaptıklarına hiç değinmiyorum) .....Bunlar  her türlü teknolojik cihazın var olduğu, daha bir kaç yıl öncesinde  yaptıkları her pisliği dünyaya servis etmekten çekinmediler.Yüzyıl öncekilere hiç değinmiyorum..Bosnada Sırp askerlerinin yanmış bebeklerle sırıta sırıta  çekilmiş fotoğrafları  var, -bizzat yerinde gördüm-.( Ahmiç Köyü) ..Hocalı da insanların canlı canlı derisi yüzülürken seyreden asker videoları var...Ve binlercesi,ve binlercesi.....Tekrar  tekrar söylüyorum, İftira değil bunlar,  onlar için, gurur kaynağı ..Hatta öyle büyük  gurur ki  çarşaf çarşaf paylaşmışlar dünya ile...

Gelelim  bizim meseleye; Osmanlı ne mi yaptı ?

Hocalıyı yakan Ermeniler gibi tüm Ermenileri mi yaktı ?

Bulgaristanın,ya da Hitlerin yaptığı gibi kamplara  mı aldı ?( Belene kampı,bknz.)

Sırplar gibi dev çukurlar açıp içine mi gömdü, o gün bugündür
toprak ceset mi kusuyor?

Ne yaptı Osmanlı?

Zorunlu Göç....Zorunlu  Göç...Keşke içlerinden çıkmış hainler yüzünden , yüzyıllarca kardeşçe yaşamış bir halk ,evlerinden göç etmek zorunda kalmasaydı,Keşke Fransanın ,İngileterenin  kışkırtması ile,ülkelerine silah çekmeselerdi de,  mazlum insanları , yollarda telef olmasaydı...
Bizim Çanakkalemiz,Gazi Antepimiz, Şanlı Urfamız ,Kahraman Maraş ımız laf değil...
Bu adamlara denmedi mi;  eğer soykırım varsa toplu mezar da vardır.Gelin , tarihçilerinizi de getirin varsa bulunsun diye...Yok ,maksat , üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olunca iş başka tabi..

Çok derin bir keder içindeyim.Onlar ne yaparlarsa yapsın tertemiz çıkıyorlar ya, bizim bayrağımız altında yaşayan insanlar bile onlara inanıyor ya...Bana bu durum  zengin zübbeleri hatırlatıyor. Ne ceviz kırarlarsa kırsınlar hep temize çıkarlar...Sonra da kendilerine bir günah keçisi bulurlar...Mehmet Akif , taa o günlerden ne güzel söylemiş; Sabreden okusun şu şiiri, herşeyin özeti...

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!...
-Boğamazsın ki!
-Hiçolmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?
Mehmet Akif Ersoy

7 Kasım 2015 Cumartesi

BEFORE


Beş altı yıl kadar önceydi sanırım onlarla tanışalı...
Fotoğrafların diğital ortama basılı olmadığı zamanlarda çekilmiş, sırt çantalı boydan askılı bir elbise ve içinde ise  kısa kollu bir tişörtümle ,uzun sarı iri dalgalı saçlarım ve  keşfetme arzumun gözlerimden yansıdığı o fotoğraf. 22 yaşındayım...Bir süre başucu resimlerinden biri olduğundan net aklımda.... Hırkalarımı ben de genelde belime bağlardım,gerektiğinde kullanayım diye .

Before Sun Rise
Bu film beni o zaman bir kaç gün kendime getirememişti...Eskiden ne kadar samimi , doğal,masum ve korkusuz olduğumu  hatırlatmıştı..İkisini izlerken ,ben de onlarla konuşuyordum...Bilmiyorum herkese mi böyle oluyor ama...Bir günlük biletler, tanımak için  sorulan o sorular, seyahetler ve aptallıklar, evet, tam bir aptal olduğunu gösteren  fazla kıvrımlı düşünceler, düşünceli haller....Bölük pörçük gençlik yılları ve  hisler, adeta  sıkıştırılmış ve iki insanda toplanmış....İzlerken ben de geçmiş hayatımı izledim...Söylenen her cümle öyle değerli ki, sanki bana sorulmuş ve cevaplarını da aynı anda ordan ben veriyorum..
-          (Bir yaz ve sorular
-          Sahilde bir yerlerde, "elini aç bakayım falına"...
-           Ayrılıklar
-          Sadece bir günümüz var...
-          Bir kaç saatimiz var
-          Luna park
-          Gün doğuyor
-          Pembe, bunlar da bardak almışlar ,bizimki fincandı )

Bu filmi otuzuma girerken izlemiştim ve tam da filmdeki kızın olduğu yaşlardayken hemen hemen aynı şeyleri hissetmiştim, aynı kıyafetleri giymiştim, aynı hassasiyetlere sahiptim..Yedi sekiz yıl sonra üniverste yıllarımdaki beni, o kızı , o yılları karşımda görüyordum.Hem de tam da o yıllarda çekilmişti..Peki o  zamandan  bu güne  kadar  bana ne olmuştu..Hiç.....Bir kaç şehir, bir kaç  ülke, biraz içe dönük  hüzünler, bayan öğretmen günleri, dostlar, sıkıcı - garip insanlarla zorunlu iletişimler ve hayatımı anlamlandıran değerli öğrencilerim..Bu kısmı gerçekten iyi ki var...Ama duygu yok...Yemek için güzel bir mekan seçiliyor.Masa da  oturuyorsun, tanıştırmalar, aptalca sorular...’’Bir evlilikten ne beklersin ‘’ İçim  şişiyor, kendimi ifade edesim  de gelmiyor .Ne arıyorum ben burada , yurtta ne güzel çocuklarla sessiz film izlerdim diyorum kendi kendime...( Cuma ,cumartesileri etüt yok) Yaşın geldi, geçiyor diyorlar , içim yine daralıyor....Güzel insanlar  yıllar önce hepsi birden , -konuşabildiğim , sevebildiğim ,özgür ,doğal ve  kendim olabildiğim herkes-,  bir şehirden ayrılırcasına ,oradaki binalar gibi adeta, o yıllarda kalakaldılar.....Ve bir daha hiç gelmediler , ve bir daha hiç olmadılar . Bir yanım  eksik yaşarken, işte bu ruhaleti içindeyken bunu izlemiştim, Kaybettiklerim için , içten içe anlamlandıramadığm bir hüzün yaşarken bu film acı acı gülümsetmişti beni...Sana benziyor demişti arkadaşım , filmi tavsiye eden...Geçmişin bir daha gelmeyeceğini, asla öyle doğal ve güzel olamayacağımı anlatıyor diye üzülmüşüm aslında ...Müthiş  önsezim çalışmış yine, öngörü mü demeliyim yoksa. Kıvrak olduğu idda edilen beynim bence sadece  fazla kıvrımlı...Bir elbisenin  askısından, bir yeşilin tonuna kadar her şeyi depo edip, alakasız bir zamanda manyak bir bağ kurup acıdan öldürebilir..Aynı kıvrımlar  mutlu da edebilir tabi...Neyse böyle bir şeydi işte...Ama beni asıl etkileyen Before Sun Set oldu.

Before Sun Set
Aynı gece  bunca düşünce içindeyken birden benim yaşıma geldiler.Güzel olansa gerçekten gelmiş olmaları,filmin on yıl sonra devamı çekiliyor.Makyaj falan değil, gerçekten yaşları ilerlemiş...Kadın biraz yaşlanmış tabi, ama sempatik hala...Birsürü ülke gezmiş, heyecanla anlatıyor yine..Bekar, evlilik bağından ödü patlıyor..Sürekli  karşısındakinin duyması gereken telaşı kendi duyuyor....’Geç kalacaksın’..Arkadaşıma diyorum ki, bu kadın kesin yay burcu ve kadın birazdan diyor...’’Ben yay burcuyum mesela ‘’..Gülüyoruz...Film ilerliyor ve birden ağlamaya başlıyor...Güçlü  özgür kız halleri fora, yalanmış sanıyoruz..Kesinlikle yalan değil ...Hem o, hem  öbürü aslında...Sonra karşısındakinin daha acınacak halde olduğunu  anlayınca birden ‘’oh bee,’’ diyor tabiri caizse. Aslında onu üzgün gördüğü için, unutuyor neden ağladığını ya da kızdığını ..',.Tipik yay burcu halleri, merhametli....En büyük dramdan , komediye geçiş sadece bir kaç saniye...Ama boğazdaki düğüm asla gitmez...Şimdi daha iyi anlıyorum ki, ne yaşarsak yaşayalım o orada duracak...
Senaryo harika...Ayrıca yay burcuyum deyip özelliklerini taşıması kadar ilginç bir detayı başka hiç bir yerde bulamam sanırım...
Bu film, bu film ilkini de zirveleştirdi... Bir gecede fazla şok etkisi olmuştu doğrusu..Otuz yaşındaydım ve yirmili yaşlarıma kendimce benzerlikler bulduğum kadın, otuz lu yaşlarıma da haddinden fazla benziyordu.Zamanda yolculuk, felsefi konuşmalar, yoğun ve samimi duygular..Ve tabi benim bir de kendi kafamdaki kendi sahnelerim...
İşte o yüzden  günlerce etkisini atamadığım bu filmler ve zincirleme hissettirdikleri unutulmayanlarımdandı...Geçenlerde bir arkadaşa verdiğim .harddiskimi televizyona taktım. Onları orda görünce, alalede bir zamanda açtım.Nasılsa izlemiştim, bir kaç sahne seyredip kapatacaktım.  Ama etkisini umutmuşum, zamansız bir zamanda ,takılıp kaldım . .. O cümleler, sadece ''cümle'' değiller..Çok ayrı incelenmesi lazım gelen felsefik alt yapısı olan, duyguyu kitap tadında veren şeyler...Ya ben fazla kişiselleştirdim  -bir anormallik var- ya da bu filmler bambaşka ...

          Kalbe dokunan her şeye sevgiler...